insanların düşünmesine de engel olan bir eğitim ve medya var. İnsanların düşüncesi yasaklanmış vaziyette. Biz insanların düşünmesinin önünü açmak istiyoruz. Düşünmek, soru sormakla başlar.

Ahmet Altan

13 Şubat 2007 Salı


TÜRKİYE AVRUPA'NIN İLK 10'UNDA

TÜRKİYE, EKONOMİK BÜYÜKLÜK AÇISINDAN AB ÜLKELERİ ARASINDA 8. SIRADA YER ALIYOR

- TÜRKİYE'NİN GAYRİ SAFİ YURTİÇİ HASILA'SI AVRUPA BİRLİĞİ'NE YENİ KATILAN ROMANYA VE BULGARİSTAN İLE ADAY ÜLKE HIRVATİSTAN'IN EKONOMİK BÜYÜKLÜĞÜNÜ İKİYE KATLIYOR

- TÜRKİYE EKONOMİSİ 2005 YILINDA YÜZDE 7.4'LÜK BÜYÜME ORANI İLE AB ÜLKELERİ ARASINDA EN HIZLI BÜYÜYEN 4. ÜLKE OLDU

Türkiye ekonomisinin büyüklüğü açısından 29 ülkeden oluşan AB ülkeleri ve aday ülkeler grubu içerisinde 8. sırda yer aldığı ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'sının (GSSYİH) Avrupa Birliği'ne yeni katılan Romanya ve Bulgaristan ile aday ülke Hırvatistan'ın ekonomik büyüklüğünü de ikiye katladığı bildirildi.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun (TİSK) hazırladığı 'AB'ye üyelik sürecinde AB ülkeleri ve diğer aday ülkeler karşısında Türkiye'nin durumu' adlı çalışmada, Türkiye'nin ekonomisinin büyüklüğü açısından 29 ülkeden oluşan AB ülkeleri ve aday ülkeler grubu içerisinde 8.sırda yer aldığına işaret edildi. Üye ülkeler arasında yapılan karşılaştırmada ise Türkiye'nin 2005 yılı itibariyle milyar euro cinsinden GSYİH büyüklüğünün, 1 Mayıs 2004 tarihinde üye olan 10 ülke ile Lüksemburg, Finlandiya, İrlanda, Yunanistan, Danimarka, Avusturya ve İsveç'ten yüksek olduğu görülüyor. Cari fiyatlarla Türkiye'nin 2005 yılı itibariyle 289 milyar 900 milyon euro GSYİH'ne karşılık Lüksemburg'un 27 milyar 200 milyon euro Finlandiya'nın 155 milyar 300 milyon euro, İrlanda'nın 160 milyar 100 milyon euro, Yunanistan 181 milyar 100 milyon euro, Danimarka 208 milyar 700 milyon euro, Avusturya 246 milyar 500 milyon euro ve İsveç'in ise 288 milyar euro olduğu kaydedildi.

SATINALMA GÜCÜ PARİTESİNE GÖRE GSYİH

Ulusal ekonomilerin büyüklük sıralaması, daha gerçekçi kıyaslama sağlayan Satınalma Gücü Paritesine (PPP) göre GSYİH kriteri esas alınarak yapıldığında Türkiye'nin Avrupa'nın 6. büyük ekonomisi olduğu ortaya çıkıyor. Buna göre Türkiye; Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya'nın hemen ardında yer alıyor. 2005 yılında Satınalma Gücü Paritesine göre GSYİH'da Türkiye; Lüksemburg, Finlandiya, İrlanda, Danimarka, Yunanistan, İsveç, Avusturya, Belçika ve Hollanda gibi 15 AB ülkesini geride bıraktı. Türk Ekonomisi tek başına, sıralamanın en altında bulunan 10 ülke ekonomisinin toplamında meydana getirilen katma değerden de fazlası oluşturuyor.

REEL GSYİH BÜYÜME HIZI'NDA AB İÇERİSNDE 4. SIRADA

TİSK'in hazırladığı çalışmada Türkiye'nin 1990'lı yıllarda ve 2002 yılına kadar istikrarsız büyüyen bir ekonomiye sahip olmasına karşın 2002 yılından itibaren sürdürülebilir bir büyüme hızına ulaşmış bulunduğuna işaret ediliyor. Türkiye'nin 2004 yılında dünyada Çin'den sonra en hızlı büyüyen ekonomi konumuna geldiği belirtiliyor. 2005 yılında ise yüzde 7.4 büyüyerek AB'ye üye ve aday ülkeler arasında en hızlı büyüyen 4. ülke olduğu, bunun da Türkiye'nin büyüme potansiyelinin yüksek olduğunu gösterdiği ifade edildi. 2005 yılında AB'de büyüme hızı ortalama yüzde 1.3'te kalırken, üye ülkeler arasında Letonya yüzde 10.2, Estonya yüzde 9.8 ve Litvanya yüzde 7.5 olmak üzere AB'nin en hızlı büyüyen ilk üç ekonomisi oluşturdu. 2005 yılında büyüme hızı AB'nin en büyük ekonomileri olan İngiltere'de yüzde 1.8, Almanya yüzde 0.9 ve Fransa'da yüzde 1.5 düzeyinde gerçekleşirken, İtalya ekonomisi 2005 yılında büyüme kaydedemedi.

TÜRKİYE 2001'DEN SONRA İSTİKRARLI BÜYÜME SERGİLEDİ

Türkiye ekonomisinin, 2001 yılından bu yana izlenen istikrar politikaları ve uygulamaya konulan reformlar sayesinde istikrarlı bir büyüme tablosu sergilendiğinin belirtildiği çalışmada ayrıca şu görüşlere yer verildi: "2002-2005 döneminde yıllık ortalama yüzde 7.1 büyüyen Türkiye, AB ülkeleri arasında ilk sırada yer almıştır. Söz konusu dönemde Euro Bölgesinde ortalama yıllık büyüme hızı yüzde 1.2, AB ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ekonomiler ise Slovak Cumhuriyeti ve İrlanda yüzde 5 olarak gerçekleşmiştir. Kişi başına GSYİH'deki reel artış düzeyi ülkelerin kalkınma hızını belirlemede kullanılan en önemli kriterdir. Türkiye ekonomisi 2002 yılından itibaren büyüme oranında sürekliliği yakalayabilmiş, bunun sonucu olarak da kişi başına GSYİH'deki artış oranında birçok ülkenin önüne geçmiştir. 2004 yılında Türkiye'de kişi başına GSYİH, 2003 yılına göre yüzde 7.4 artış sağladı. Ülkemiz AB üye ve aday ülkeleri arasında en hızlı artışı sağlayan 4. ülke olmuştur".

SANAYİ ÜRETİMİNİ EN FAZLA ARTIRAN 6. ÜLKE TÜRKİYE

Türkiye ve AB ülkeleri arasındaki sanayi üretim artışlarının incelendiği çalışmada Türkiye'nin sanayide üretim artışı AB ülkelerinde ortalama 2.4 ve OECD ülkelerinde ise yüzde 3.9 olan ortalamalarının oldukça üzerinde gerçekleştiğinin altı çizildi. 2005 yılı itibariyle sanayi üretimi Türkiye'de yüzde 5.1 artarken, Polonya'da yüzde 16.1, Slovak Cumhuriyeti'nde yüzde 15.3, Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 12.1 ve Macaristan'da yüzde 11.7 yükselmiştir. Söz konusu yılda sanayi üretimi İrlanda yüzde -5.2 ve Yunanistan'da yüzde -0.9 oranın da azaldığı ifade ediliyor. Gösterge döneminin 2001 krizini kapsamasına rağmen Türkiye 2001-2005 döneminde sanayi üretimini en fazla artıran 6. ülke olduğu ve söz konusu dönemde sanayi üretiminin Türkiye'de yüzde 25.7, AB'deki 15 ülkede yüzde 1.9 ve OECD ortalamasında yüzde 5.5 oranında arttığı bildirildi. TİSK'in ülkeleri karşılaştırdığı çalışmasında enflasyonun düşürülmesi konusunda Türkiye'de verilen çabaların büyük ölçüde başarılı olduğu, ancak Türkiye'nin 2005 itibariyle AB üyesi ve aday ülkeler arasında Romanya'dan sonra en yüksek enflasyon oranına sahip 2. ülke konumunda olduğu ifade edildi.

OECD'NİN EN UCUZ ÜLKESİ TÜRKİYE

TİSK'e göre, Türkiye buna rağmen Polonya'dan sonra OECD'nin en ucuz ülkesi durumunda. OECD'de değeri 100 para birimi olan, belirlenmiş mal ve hizmet sepeti, Polonya'da 50 para birimi, Türkiye'de 54 para birimine alınabilirken, Danimarka'da 137 para birimi, İrlanda'da 122 para birimine satın alınıyor. Türkiye uzun yıllar yüksek enflasyonla yaşamasına rağmen, OECD ülkeleWfcrkiye'nin büyüme potansiyeri arasında en ucuz ülkelerden biri olarak fiyat düzeyleri bakımından rekabetçi konumunu koruyor. Çalışmada AB ülkelerinin birçoğu kamu gelir-gider dengesini kurmada zorlandığına işaret edilerek, "Özellikle AB'nin büyük ülkeleri Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere kamu gelir-gider dengesini kuramayan, açık veren ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye de aynı olguyu yaşamaktadır. Ülkemizde 2004 yılı itibariyle kamu açığı GSYİH'nin yüzde 3,9'u oranında olmuştur. Ülkelerin bu yapılanmaları, kamu borç stokunun GSYİH içindeki payını da yükseltmektedir. 2004 yılında Türkiye yüzde 80,1'lik oranla Avrupa'da 4. sırada yer almıştır. Ancak söz konusu oran 2005 yılında Türkiye'de ortalama yüzde 57 civarına gerilemiş; Maastricht Kriterlerini 1-2 yıl içinde yakalamak mümkün hale gelmiştir. Maastricht Kriterlerine göre tam üyelik sürecinde bu oranın yüzde 60'ın altına indirilmesi gerekmektedir" denildi.
Dünyanın en fazla beyin göçü veren ülkesi, Çin

Çin'in, dünyada en çok beyin göçü veren ülkelerin başında geldiği bildirildi.

China Daily gazetesi, devlet verilerine dayanarak yayınladığı haberde, beyin göçü nedeniyle dünyanın dördüncü büyük ekonomisi olan ülkenin idaresinde profesyonel iş gücünün yetersiz olabileceğine dikkat çekti.

Haberde, 1980'li yıllardan bu yana yaklaşık 1 milyon Çinlinin eğitim almak üzere yurt dışına çıktığı, bunlardan üçte ikisinin mezuniyetlerinin ardından bulundukları ülkelerde kalmayı tercih ettiği ifade edildi.

Gazeteye konuşan Çin Sosyal Bilimler Akademisi araştırmacılarından Li Xiaoli, "Bunlar üzerine yapılan onca yatırımın ardından iyi eğitim almış profesyonellerin bu ülkeyi terk etmesi Çin için çok büyük bir kayıp" dedi.

Beyin göçüne ilişkin hazırlanan bir raporun yazarlarından olan Li, Çin'in özellikle global rekabetin içinde bulunduğu bir dönemde uzman kadrolara şiddetle ihtiyaç duyduğunu bildirdi.
Eğitim Bakanlığı verilerinden alıntı yapan gazete, 2002 yılından bu yana her yıl ortalama 100 bin öğrencinin eğitim maksadıyla yurt dışına çıktığını ancak bunlardan sadece 20 ila 30 bin arasında öğrencinin Çin'e döndüğünü yazdı. Haberde, Çin'in dış dünya ile her geçen gün artan bütünleşmesinin yaşandığı bir dönemde bir dereceye kadar beyin göçünün önüne geçilemeyeceğinin altı çizildi.

Buna karşın bazı uzmanlar, Çin hükümetine sundukları önerilerde, iç piyasanın daha cezbedici olması halinde yurt dışındaki profesyonellerin ülkeye dönüşünün sağlanabileceği ve iyi eğitimli kadroların ülkeye dönüşünü teşvik edici uygulamalara gidilmesini talep ediyor.

Haberin yorum bölümünde, kalifiye ve profesyonel insanların kendi ülkelerinde arzu ettikleri fırsatları bulamadıkları için yurt dışına göç ettiği belirtilerek, beyin göçünü tersine çevirmenin zamanı geldiğine işaret ediliyor.

Merkezi Şangay'da olan CBP Kariyer Danışma firmasının yönetim kurulu başkanı Bian Binbing, Çin'in hem dışa hem de içe profesyonel iş gücü akışını sağlayacak bir sistem oluşturması gerektiğine dikkat çekiyor.

Yine Şangay merkezli McAllen International firmasının insan kaynakları danışmanlarından Chen Bo, Çinli girişimcilerin yeterli olgunluğa erişmedikleri için insanların belli bir sahada yoğunlaşmak maksadıyla yurt dışına çıktığını ancak kendi ülkesinde aldığı eğitime mukabil bir iş bulamadığı için bu insanların dönmeyi düşünmediklerini ifade ediyor.
ETA yöneticisi Carmen'e 467 yıl hapis

İspanya'da Bask bölgesinin bağımsızlığı için savaşan ETA örgütünün yöneticilerinden 'Carmen' kod adlı Belen Gonzalez Penalva, 467 yıl hapis cezasına mahkum edildi.

1985'te Madrid'de 1 kişinin öldüğü, 16'sı sivil muhafız 17 kişinin yaralandığı bombalı saldırı davasında yargılanan 'Carmen', cinayet, saldırı ve 17 de cinayete teşebbüsten toplam 467 yıl hapisle cezalandırıldı.

'Carmen', dava sırasında 31 Ocak'ta silahlı Bask örgütüyle hükümet arasında müzakerelerin tekrar başlaması için çağrıda bulunmuştu.

'Carmen', 1989 ve 1998-99 ateşkeslerinde Felipe Gonzalez ve Jose Maria Aznar hükümetleriyle yapılan müzakerelere şahsen katılmıştı.

850 kişinin ölümünden sorumlu tutuluyor

İspanya'nın kuzeydoğusundaki ve Fransa'nın güney batısındaki Bask bölgesinin bağımsızlığı için 1968 yılından bu yana terör faaliyetlerinde bulunan ETA, 850 kişinin ölümünden sorumlu tutuluyor.

ETA, 24 Mart 2006'da yapılan ateşkesi ihlal etmiş ve 30 Aralık 2006'da Madrid Havaalanı'nda bir bombalı saldırı gerçekleştirmişti.

500 kilogram patlayıcı kullanılarak gerçekleştirilen saldırı sonucu 2 kişi ölmüş, 26 kişi de yaralanmıştı.

Saldırının ardından ''ateşkesin hala geçerli olduğunu'' savunan terör örgütü ETA'nın aksine, İspanya hükümeti, "ETA'nın inanılabilir başka bir ateşkesi asla olmayacak" açıklamasını yapmıştı.

Saldırının ardından İspanya Meclisi'nde olağanüstü oturum düzenlenmiş ve oturumda konuşan İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, ''Hata yaptığımı kabul ediyorum'' dedi
Amerika, aklını yediyse!

Amerika, Türkiye'de istikrar istiyor mu?
İstemiyorsa, Ermeni soykırımı kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyen güçlerden yana mı?
Yanaysa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'de demokrasi istiyor mu?
İstemiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'de birinci sınıf demokrasi istemeyenlerden yana mı?
Yanaysa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve hukuk devleti olmasını isteyenlerin eli zayıflasın mı istiyor?
İstiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'de Yahudi düşmanlarını, Ermeni düşmanlarını, Hrıstiyanlık düşmanlarını sevindirmekten yana mı?
Yanaysa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'de radikal İslam'ın güçlenmesini mi istiyor?
İstiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye gibi dost ve müttefik bir ülkeyi Ortadoğu gibi bir bölgede kaybetmek mi istiyor?
İstiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Irak gibi, İran gibi, Suriye gibi, Filistin-İsrail gibi, enerji güvenliği gibi kendisi için başlıca sorunlar coğrafyasını oluşturan bir bölgede Türkiye'yi kaybetmeyi göze alabiliyor mu?
Alıyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, kendi sorunlar coğrafyasında Türkiye'nin istikrarsızlaştırılmasını göze alabiliyor mu?
Alıyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Ortadoğu gibi en ağır ve son derece güncel sorunlarının odaklandığı bir bölgede İsrail'in biraz daha yalnızlaşmasını göze alabiliyor mu?
Alıyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, ister Irak'la, ister İran'la ilgili politikalarında Türkiye'nin katkı ve işbirliğini önemsiyor mu?
Önemsemiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Ortadoğu'da radikal İslamcılar, El Kaideciler, Talibancılar zil takıp oynasınlar istiyor mu?
İstiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunu dinamitlemek isteyenlerden yana mı?
Yanaysa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'nin sırtını Batı'ya dönmesi için çalışan, fazla demokrasinin Türkiye'yi böleceğine inanan, Türkiye'nin daha çok Rusya'ya, Çin'e, İran'a, Ortaasya'ya açılmasını isteyen ulusalcı-milliyetçi -ya da Kızılelmacı- bazı odakların değirmenine su mu taşımak istiyor?
İstiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'nin Ermenistan'la ilişkilerinin normalleşmesinden yana değil mi?
Değilse, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'de Ermeni sorunu konusunda, soykırım tartışmaları konusunda özgür tartışma platformlarının kurulmasına karşı mı?
Karşıysa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'nin hem Amerika'yla, hem Avrupa Birliği'yle ilişkilerinin büyük darbe yiyerek, ekonomik ve siyasal istikrarsızlık denizinde savrulmaya başlamasından yana mı?
Yanaysa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, seçim dönemine girmiş olan Türkiye'de ABD ve AB'yi hedef alacak Batı karşıtı bir milliyetçi, ulusalcı, kızılelmacı patlamanın kaçınılmazlığını göremeyecek kadar kör mü?
Körse, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, Türkiye'nin bir seçim döneminde iktidarla muhalefet arasındaki milliyetçilik kavgası daha da kızışsın, Türkiye istikrarından daha beter yesin mi istiyor?
İstiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den...

Amerika, sevgili kardeşim Hrant Dink'in sesini, "Diaspora Ermenilerine sesleniyorum ben. Ne Türkiye'den, ne de dünyadaki herhangi bir devletten, parlamentodan, milletten 'Soykırımı kabul edin!' diye bir talepte bulunmamalılar! Aslolan Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türkiye'nin soykırımı tanımasından çok daha önemlidir. Ancak demokratikleşmiş bir ülke rahatlar ve tarihiyle hesaplaşmayı, sorunlarını konuşmayı göze alabilir, empati yapmayı becerebilir" diye haykıran sesini hâlâ duymak istemiyor mu?
İstemiyorsa, soykırım kararını geçirir Kongre'den?
Evet, Amerika aklını ekmek peynirle yediyse, Amerika'nın aklı başından gittiyse, soykırım kararını hiç bekletmeden geçirir Kongre'den...

Hasan Cemal - MILLIYET
Dogan Grubu-Deutsche Bank ortaklığına onay

Rekabet Kurulu, Doğan Grubu'nun Gayrimenkul Geliştirme ve Pazarlama Hizmetleri'ndeki hisselerinin devrine izin verdi.
Şirketin mortgage yasasının çıkışının ardından konut finansmanı şirketine dönüştürülmesi ve ana faaliyet konusunun tüketicilere ev kredisi üretmek olması planlanıyor.

Doğan Yayın Holding A.Ş.'den (DYH) konu hakkında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'na (İMKB) gönderilen yazıda şöyle denildi: "İpoteğe dayalı konut finansmanına yönelik aracılık ve servis hizmetleri faaliyetinde bulunmak üzere 18.04.2006 tarihinde 1.600.000 YTL sermaye ile kurulan ve mevcut durum itibariyle sermayesine % 24.5 oranında iştirak ettiğimiz Gayrimenkul Geliştirme ve Pazarlama Hizmetleri Ticaret A.Ş.'nin, % 49 oranındaki hisselerinin, şirketimiz ve hakim ortağımız Doğan Şirketler Grubu Holding A.Ş. (Doğan Holding) tarafından Deutsche Bank AG'ye devredilmesi işlemine, Hissedarlar Sözleşmesi'nde yer alan ana teşebbüsler arasında rekabet yasağının "ana teşebbüslerin ortak kontrolünün devam ettiği sure" ile sınırlandırılması koşuluyla yan sınırlama sayılması suretiyle izin verilmesine, Rekabet Kurulu'nca oy birliği ile karar verilmiştir."

Doğan Yayın Holding A.Ş.'den İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'na (İMKB) gönderilen yazıda ayrıca şu ifadeler yer aldı: "Şirketimiz Doğan Holding ve Deutsche Bank AG arasında imzalanan sözleşme çerçevesinde konut finansmanı ile ilgili düzenlemelerde değişiklik yapacak Kanun Tasarısının yasalaşmasını ve gerekli izinlerin alınmasını takiben Gayrimenkul Geliştirme ve Pazarlama Hizmetleri Ticaret A.Ş., düzenlemelere uygun olarak konut finansmanı şirketine dönüştürülecek ve ana faaliyet konusu tüketicilere ev kredisi üretmek üzere hizmet vermeye başlayacaktır."
Cerrah gidiyor, Çapkın geliyor

İçişleri Bakanlığı, Celalettin Cerrah'ı görevden almaya hazırlanıyor

İÇİŞLERİ Bakanlığı, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ı görevden alıp, yerine İzmir Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ı getirmeye hazırlanıyor.

İzmir için ise Antalya Emniyet Müdürü Feyzullah Arslan'ın adı geçiyor.

Başkent kulislerine göre hükümet, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne İzmir Valisi Oğuz Kaan Köksal'ı getirmek istiyor. Cumhurbaşkanı Sezer'in tercihinin ise, Ankara Valisi Kemal Önal'dan yana olduğu konuşuluyor.

İzmir Valiliği'nin boşalması halinde, Aydın Valisi Mustafa Malay'ın İzmir Valisi yapılması düşünülüyor. Trabzon Valiliği'ne, Zonguldak Valisi Yavuz Erkmen ile Kahramanmaraş Valisi İlhan Atış'ın isimleri geçiyor.

Yaklaşık 10 ili kapsaması beklenen vali ve emniyet müdürleri kararnamesinin Perşembe günü Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'le yapacağı görüşmede, Sezer'in onayına sunması bekleniyor. Kararname ile boş bulunan Afyon Valiliği'ne de atama yapılacak.
SABAH
Kişi başına on bin dolar için

Ülkelerin 1’den 100’e kadar değişen özgürlük puanları var...

80 puan ve üzerindekiler ‘özgür’...

70-80 puan arasındakiler ‘büyük ölçüde özgür’...

60-70 puan arası ‘orta seviyede özgür’...

50-60 puan arası ise ‘çok az özgür’... Ve 50 puan altındakiler de ‘baskı altında’ ülkeler kabul edilmekte...

Bu ne?

‘Dünya Ekonomik Özgürlük Endeksi’...

***

Kim düzenliyor?

Wall Street Journal ve The Heritage Foundation...

İlk sırada kim var?

Hong Kong...

Son sırada?

Üç puanla Kuzey Kore..

Ya peki Türkiye?

Maalesef 59.3 puanla ‘çok az özgür’ ülkeler arasında.

157 ülke arasında 83. ülkeyiz..

***

Neden?

Çünkü ‘ekonomik özgürlüğü’ ölçen kriterleri tam tutturamıyoruz.

Bir yatırımcı kaç günde işe başlar?

Bir yatırımcı kaç günde gerekli izinleri alabilir?

Bir yatırımcı şirketini kaç günde kapatabilir?

Dünya ortalamasına göre bir şirket kırk sekiz günde kuruluyor.

Dünya ortalamasına göre tüm yasal izinleri iki yüz on beş günde alıyor.

Dünya ortalamasına göre şirketlerin iflas işlemleri ortalama üç yılda tamamlanır.

Türkiye’de şirket hızlı kuruluyor... Dokuz günde.

Ama aşırı bürokrasi nedeniyle izin almak...

Ve şirket kapatmak çok zor...

Bunlar puan düşürmekte..

***

Bitmedi.

Gümrük vergileri...

Kotalar ve gümrüklerdeki hız...

Bunlarda iyiyiz... Türkiye 76 puanla, 64 puan olan dünya ortalamasının epeyce üzerinde.

Ama..

Bazı tarım ve gıda ürünlerinin ithalatı sınırlandığı...

İthalattaki vergi ve harçlar yüksek olduğu...

İthalat izinleri zorlaştırıldığı...

Fikri mülkiyet hakları yeterince korunmadığı...

Ve yolsuzluklar maliyetleri artırdığı için irtifa kaybetmekteyiz.

***

Bir de vergi kriteri var.

Türkiye’de vergiler ağır.

Ayrıca toplanan vergi miktarı çok yetersiz.

Mali sektör özgürlüğünde ise Türkiye, 100 üzerinden 50 puan aldı.

Kamunun üç büyük bankasının, sektörün toplam aktifinin yüzde 30’undan fazlasını oluşturması nedeniyle sermaye piyasaları zayıf.

Siyasal bulunan kamunun etkili olduğu bir fiyat yapısı bulunuyor.

Yabancı yatırımcılara uygulanan kısıtlamalar sürüyor.

***

Araştırmalar, bizim gibi kişi başına beş bin doları yakalamış ülkelerin on bin dolara sıçraması için ekonomik özgürleşmeyi sağlamasını öngörmekte...

Hızlıca zenginleşmek istiyorsak bu özgürlük kriterlerinde eksik olduğumuz yerleri hemen gidermemiz gerekiyor.

Üstelik böyle bir çaba, bizi suni gündemden kopartarak asıl önemli sorunlarımızla ilgilenmemize olanak verecek.

Daha aydınlık ve daha gerçek bir hayata dokunabileceğiz.

13.02.2007

Mehmet Altan- Star Gazetesi

ESER KARAKAS

Dış ticaret ve Gümrük Birliği yalanları

Her konuda olduğu gibi, ekonomide de doğru istatistik, bilgi ve şeffaflık sahtekarların, üçkağıtçıların foyasının ortaya çıkışını kolaylaştırıyor, çabuklaştırıyor.

Türkiye’de de son yıllarda ortaya çıkan ve maalesef bir bölümü akademik unvanlar da taşıyan, sahtekarlığı ve yalancılığı zirveye taşımayı başarabilen bir iktisatçı grubu Türkiye’nin milli geliri içinde gerçekten büyük oranlara ulaşan dış ticaret açığının temel sorumlusu olarak AB ile gerçekleşen Gümrük Birliği’ni göstermekten çekinmiyorlar.

Ancak, yazımın başında da değindiğim gibi özellikle Türkiye İstatistik Kurumu (eski Devlet İstatistik Enstitüsü) tarafından üretilen sağlıklı istatistik, bilgi ve bu üretimin gerçekleştirdiği şeffaf ortam sayesinde bu sahtekarların foyaları çok çabuk ortaya çıkıyor ama bu üçkağıtçı grubu vatandaşı enayi yerine koyma misyonunu yine sürdürüyor ve tüm bilgi ve istatistiklere rağmen bu komik iddialarını devam ettiriyorlar.

Rant peşinde koşan ve eski güzel korumacılık günlerine dönmek isteyenlerin pompalamaları da doğal olarak işin cabası.

Dış ticaret açığı nereden kaynaklanıyor?

Bizlerin işi de TÜİK verilerine dayanarak bu sahtekarları deşifre etmek.

Gelelim TÜİK’in yayınladığı son dış ticaret verilerine.

Türkiye 2006 senesinde 51.8 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor (85.1 milyar dolar ihracat, 137 milyar dolar ithalat) ve gerçekten bu azımsanmayacak bir büyüklük ama bu sorunun kaynağının AB ile yapılan Gümrük Birliği olduğunu söylemek tam bir sahtekarlık.

Sözkonusu 51.8 milyar dolarlık dış ticaret açığının yüzde 75.2’si altı ülke ile yapılan dış ticaret ve verilen dış ticaret açıklarından kaynaklanıyor.

2006 dış ticaret açığının yüzde 44.6’sı yani 23.1 milyar dolarlık bölümü Rusya ve Çin ile yapılan ticaretten geliyor; 2006 senesinde Rusya ile olan dış ticaret açığı yüzde 35.5, Çin ile de yüzde 39.9 artış göstermiş ve bu iki ülke de AB üyesi bildiğim kadarı ile değiller.

Çin ve Rusya’yı izleyen dört diğer ülke Almanya, İran, Güney Kore ve İsviçre.

Görüldüğü gibi bu altı ülkeden sadece biri, Almanya AB üyesi ve bu ülke ile olan dış ticaret açığı 4.8 milyar dolar.

Oysa, Rusya ile olan ticaret açığımız 14.3 milyar dolar, Çin ile olan açık ise 8.8 milyar dolar.

İran’la mevcut dış ticaret açığımız ise 4.6 milyar dolar.

Bu altı ülke ile yapılan dış ticaret toplam dış ticaret açığının yüzde 75.2’sini oluşturuyor ama özellikle Rusya ve İran ile olan mevcut dış ticaret açığının kökeninde enerji ithalatı, büyük enerji ithalatının arkasında ise ülkemizin yüksek büyüme oranları var.

Enerji ithalatını azaltmak için büyümeyi kısmak gerekiyor ama aklı başında kimsenin bunu tercih edeceğini zannetmem.

Sözkonusu altı ülke ile olan açıktan bir Gümrük Birliği kurumu olan ortak gümrük tarifelerini de sorumlu tutmak çok anlamsız zira ithalat faturamızın en büyük bölümü enerji; OGT olmasa enerji ithalatımıza mı daha çok vergi koyacağız, belli değil.

Sözün özü

TÜİK’in açıkladığı veriler ortada.

Bu dış ticaret verilerine bakarak dış ticaret açığının AB ile Gümrük Birliği’nden kaynaklandığını iddia etmek gerçekten büyük sahtekarlık ve yalancılık.
13.02.2007-Star Gazetesi

ESER KARAKAS
13 Şubat Amerikan Basınından Özetler

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Amerika’ya yönelik sözlerinin yankıları sürüyor. Washington Post’a göre, Putin’in tek amacı sadece Amerika’nın Ortadoğu’da yaşadığı sıkıntıları kendi avantajına kullanmak değil. Gazetenin yorumuna göre, Putin Rusya’yı yeniden bir süper güç haline getirmeyi amaçlıyor:

“Putin’in asıl amacı, Rusya’yı yeniden Amerika’ya karşı denge oluşturacak bir süper güç haline getirmek. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını bir felaket olarak tanımlayan Putin, Soğuk Savaş dönemini özlediğini gösteren ifadeler kullanıyor. Artan petrol gelirleri, Avrupa’nın enerji konusunda Rusya’ya bağımlılığı, modern nükleer silahları, İran, Suriye ve Suudi Arabistan gibi ülkelere nükleer teknoloji ve silah temin etmesi Rusya’yı Amerika’nın kendisine danışmadan adım atmaktan korkacağı bir ülke haline getirecek. İşte, Putin’in asıl amacı bu.”


Boston Globe ise Putin’i ikiyüzlülükle suçluyor. Rus liderin Amerika’yı tek kutuplu bir dünyanın patronu olmaya çalışmakla suçladığını hatırlatıyor ancak Putin’in Çeçenistan, Gürcistan, Moldova, Ukrayna ve Belarus’ta izlediği politikaların çok farklı olmadığını vurguluyor:

“Putin, tek bir otorite, tek bir güç ve tek bir karar merkezi olmasından şikayet ediyor. Bu sözler, tam da Putin’in Rusya’da kurduğu sisteme uygun düşen ifadeler. Putin’in yakın çevresi ve KGB dönemindeki dostları Rusya’daki enerji ve bankacılık şirketlerini, büyük medyayı, bölge valiliklerini ve Rus Parlamentosunu ellerinde tutuyorlar. Eğer modern dünyada tek kutuplu bir iktidarın ne demek olduğunu bilen birisi varsa, o da Putin’in kendisidir.”


Los Angeles Times gazetesi Putin’in Amerika’ya yönelik sert eleştirilerini NATO’nun Rusya sınırına kadar genişlemesiyle ilişkilendiriyor. Gazete, Gürcistan ve Ukrayna’nın da NATO’ya katılması olasılığının Kremlin’de büyük tepki yarattığına dikkat çekiyor:

“NATO’nun genişlemesi on yıl önce Amerika’da o kadar da fazla önemsenen bir konu değildi. Ama Amerikalılar, artık bu tarihi hatanın Rusya tarafından nasıl yorumlandığını anlamalıdır. Bu, bütün anti demokratik politikalarına rağmen Putin gibi bir milliyetçinin Rusya’da niçin hala popüler olduğunu anlamamıza da katkıda bulunur. Putin’in sert açıklamalarıyla ilgili şaşırtıcı tek nokta, bu kızgınlığın bu kadar geç ifade edilmiş olmasıdır.”


New York Times Bush yönetiminin İran’a karşı izlediği politikayı eleştiriyor. İsminin açıklanmasını istemeyen bazı Amerikalı yetkililerin, İran’ı Irak’taki Şii milislere silah sağlamakla suçladığını kaydeden gazete, bu iddiaların İran yönetimini suçlamaya yeterli olmadığı görüşünde:

“Eğer Bush, İran’ın Irak’ta daha da kanlı bir iç savaşı kışkırtmasından endişe duyuyorsa, ki duymalıdır, İran’da rejim değişikliği fantezisinden vazgeçmeli ve İranlı yetkilileri Irak’taki kargaşanın sona ermesine yardımcı olmaları için ikna etmenin bir yolunu bulmalıdır. Eğer Bush, Amerika’ya yönelik tehditler hakkındaki açıklamalarının Amerikalılar tarafından inandırıcı bulunmamasından kaygı duyuyorsa, ki duymalıdır, Irak felaketinin asıl sorumlusunun kim olduğunu anladığını göstermelidir. Ve Amerikan askerlerini daha da büyük bir savaşa sokmadan nasıl geri çekmeyi planladığını da açıklamalıdır. Amerikan halkı asıl bu konuda aydınlanmak istiyor ve bu işi de en yetkili Amerikalının yani Başkanın yapmasını istiyor."
VOA

13.02.2007 tarihli "yazane" okur haritasi
Sıkar mı?

Clint Eastwood'un ne büyük bir sanatçı, ne müthiş bir sinema adamı olduğunu tekrar tekrar gördükçe ona duyduğum saygı ve sevgi katlanarak artıyor...

Biz onu gençliğimizde 'kovboy filmlerinde oynayan yakışıklı bir çocuk' olarak algılardık, bugüne kadar otuz kere seyrettiğim ve her planını, her diyalogunu ezbere bildiğim Sergio Leone'nin o muhteşem 'İyi, Kötü ve Çirkin' adlı eseri bile bu kanımızı değiştirmemişti.

Sonra Eastwood gerek oyuncu, gerek yapımcı, gerekse yönetmen olarak daha da büyük işler başardı. 'Affedilmeyen', 'Milyon Dolarlık Bebek' gibi başyapıtlarını seyretmişsinizdir.

'Babalarımızın Bayrakları'na da hayran kalacaksınız, lumpen değilseniz eğer.

Eastwood bu mükemmel eserinde, İkinci Dünya Savaşı'nın son aylarında gerçekleşen Iwo Jima muharebesini anlatıyor, Amerikan deniz piyadelerinin ilk kez bir Japon adasını, büyük kayıplar vererek ve verdirerek ele geçirmelerini...

Daha doğrusu onu anlatmıyor da, şu ünlü fotoğrafın, hani Amerikan askerlerini tepeye kocaman bir bayrak çekerken gösteren ünlü fotoğrafın öyküsünü, bunun ardında yatan soytarı gerçekleri su yüzüne çıkarıyor... (Fotoğrafçı geçenlerde öldü.)

Adayı ele geçirdikten birkaç gün sonra ilk fotoğrafı cılız buldukları için 'mizansenle' yeniden çekmişler, bu arada bayrağı asıl dikenlerden bazıları ölmüş, onların yerine alakasız birtakım yenilerini bulup hayatta kalanlarla birlikte Amerika'ya postalamışlar ve eyalet eyalet maymun gibi gezdirmişler, on dört milyar dolar toplayacakları devlet tahvilleri reklamında oynatmışlar!

Bu rezilliği Ruslar da yapmışlardı, Berlin'de Reichstag'ın tepesine kızıl bayrak çeken çocuk 'parti üyesi olmadığı için' o filmi iptal etmişler, üç gün sonra bu kez partiden torpilli başka bir askere yeni bir bayrak çektirip yeni bir belgesel hazırlamışlar, dünyaya bunu dağıtmışlardı. Gerçek, Sovyetler Birliği yıkılıp arşivler açılınca ortaya çıktı. (Bu haltı Auschwitz'de de yediler, kampı kurtardıktan haftalar sonra çektikleri belgeselde, ayakta duramayan iskelet adamların yerini, Kızılordu'yu coşkuyla karşılayan kanlı canlı militanlar almıştı! Hiçbiri de Yahudi değildi elbette, 'antifaşist' kahramanlardı!)

Steven Spielberg denilen çocuk ruhlu haylaz da, hele o nefes kesen ilk yirmi dakikasıyla artık bütün savaş filmlerine 'ayar veren', standart ve norm teşkil eden, 'paradigma' koyan 'Er Ryan'ı Kurtarmak' filminde basbayağı hamaset yapıyordu... Kızılderililerin karşısında zor duruma düşmüş beyazları boru çalarak gelip kurtaran Amerikan süvarilerinin yerini, son anda iyi çocukları Alman saldırısından kurtaran Amerikan uçakları almıştı...

Eastwood burada tam tersine 'demistifikasyon' yapıyor; hem savaşın ne bok olduğunu gösteriyor, hem de asıl boklukların cephe gerisinde döndüğünü...

Bununla da yetinmemiş, filmi tersine çevirip bir de katlamış.

Yani, aynı filmi, aynı konuyu, aynı adayı, aynı muharebeyi bir de 'Japon açısından' çekmiş!

'Iwo Jima'dan Mektuplar'... Avrupa başkentlerinde önümüzdeki hafta gösterime giriyor, bakalım bizde ne zaman oynatırlar?... Ben ilk filmin DVD'sini getirttim, hayranlıkla izledim, ikincisinin de, bu diskin başında yer alan 'parçalarını' gördüm şimdilik... Sanırım ileride bu iki filmi tek kutuda çıkaracaklardır piyasaya...

Yaa işte böyle, adam bir meseleyi hem kendi açısından, hem de karşı açıdan yansıtıyor; filmin 'ikinci cildini' de çekiyor, ya da belki Lawrence Durrell'in o eşsiz 'İskenderiye Dörtlemesi' adlı roman dizisinde yaptığını yapıyor...

Bizde böyle bir sanatçı var mı?

Örneğin kurtuluş savaşımızı bir de 'Yunan açısından' ele alacak bir film çekebilir misiniz babayiğit Türk sinemacıları?

Siz daha becerip de kurtuluş savaşını Türk açısından doğru düzgün anlatan bir film yapamadınız, bir de Yunan yanına mı bakacaksınız?

Siz ya Arif'in barında geçen entel bunalım filmleri yaparsınız, ya da hamburger çocuklarına yönelik Muğla vampirleri, Bodrum hayaletleri, Marmaris kurt adamları, Aydın uzaylıları...

Mükemmel Yeşilçam ürünü, hani o bütün ev kadınlarına mendil ıslattıran 'Babam ve Oğlum' filminde de Istvan Szabo'nun 'Apa' (Baba) filminden aparttığınız 'trükleri' yüzünüze vurmadık, Atilla Dorsay yoğun işlerinin arasında vakit bulursa yazacak!

Keşke bütün köşe yazarları AKP-CHP-DYP-MHP türküsü çağırsalar, değil mi, başka şeyden anlamasalar, siz de rahat rahat yolunuzu bulsanız...
13.02.2007 AKSAM

Engin Ardic
CIA’nin 8 kez Türkiye-Guantanamo seferi
MADRİD(ANKA)

ABD uçaklarının, İspanya’daki çeşitli üsler ile Guantanamo ve bu üslerin üzerinden Türkiye ile Guantanamo arasında toplam sekiz uçuş gerçekleştirdiği haberi, İspanya’da tartışma yarattı. İspanyol hükümeti ise, EL Pais gazetesinin duyurduğu uçuşlar konusunda “ABD makamlarınca bilgi verildiğini ve yasalara uygun bir biçimde gerçekleştiğini” bildirdi.


ABD uçaklarının, İspanya’daki çeşitli üsler ile Guantanamo ve bu üslerin üzerinden Türkiye ile Guantanamo arasında toplam sekiz uçuş gerçekleştirdiği haberi, İspanya’da tartışma yarattı. İspanyol hükümeti ise, El Pais gazetesinin duyurduğu uçuşlar konusunda “ABD makamlarınca bilgi verildiğini ve yasalara uygun bir biçimde gerçekleştiğini” bildirdi.

Avrupa Parlamentosu’nda CIA uçuşlarına ilişkin bir kararın oylanması öncesi İspanya’nın önde gelen gazetelerinden El Pais, Portekiz’in hava trafiği kayıtlarına dayanarak İspanya’daki çeşitli üsler ile Guantanamo ve İspanya’daki Moron ve Rota üsleri üzerinden Türkiye ile Guantanamo arasında toplam sekiz uçuş yapıldığını duyurdu.

TÜRKİYE-GUANTANAMO UÇUŞLARI

El Pais, söz konusu uçuşlara ilişkin haberinde Guantanamo-Rota-Türkiye uçuşunun 19 Ağustos 2005 tarihinde, Türkiye-Moron-Guantanamo uçuşunun ise, 8 Eylül 2005 tarihinde gerçekleştiğini yazdı.

Bunun üzerine İspanyol hükümetince yapılan açıklamada ise, Moron ve Rota üsleri ile Guantanamo ve söz konusu üsler üzerinden Türkiye ile Guantanamo arasında yapılan toplam 8 uçuş konusunda “ABD makamlarınca bilgi verildiği ve yasalara uygun bir biçimde gerçekleştiği” belirtildi.

İspanyol hükümeti açıklamasında Türkiye ile Guantanamo arasında 2005 yılında yapıldığı belirtilen iki uçuşun “lojistik” niteliğini taşıdığı, bilgi verildiği ve yasal olduğu” kaydedildi.

Bu arada, 11 Ocak 2002 tarihinde Türkiye’den kalkan ve Moron’dan geçen bir C-141 uçağının, üsse iniş yapmadığını da belirtti.

El Pais gazetesi de, kimliği açıklanmayan kaynakların, dayanarak söz konusu uçuşların, Portekizli sosyalist milletvekili Ana Gomes’in geçen Aralık ayında Avrupa Parlamentosu’na ülkesinin hava trafiği kontrol kayıtlarını iletmesinden sonra araştırıldığını söylediklerini de yazdı.

Olmert'in Ankara gündemi yoğun


Resmi bir ziyarette bulunmak üzere 15 Şubat’ta Türkiye’ye gelecek olan İsrail Başbakanı Ehud Olmert’i Ankara’da yoğun bir gündem bekliyor

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak 15 Şubat’ta Ankara’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirecek olan İsrail Başbakanı Olmert’in ziyareti sırasında gündeme gelecek konu sayısı bir hayli fazla. Hamas lideri Halid Meşal’in sürpriz Türkiye ziyareti sonrasında İsrail’den bu kadar üst düzeyde gerçekleşecek ilk gezi olması nedeniyle önem verilen ziyaret sırasında Filistin’de Hamas ve El-Fetih arasında yaşanan son gelişmeler ve Orta Doğu’daki son durumun görüşülmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in Kudüs’teki Harem-i Şerif’in Mağrip Kapısının önündeki köprüde gerçekleşen ve Kudüs’te günlerdir çatışmalara neden olan inşaat konusunda İsrailli mevkidaşıyla konuşacağını söyledi.

ABD Başkanı Condoleezza Rice’in 16 Şubat’ta başlayacak İsrail, Filistin ve Umman gezinin hemen öncesinde gerçekleşecek ziyarette, Amerikan Kongresi’nde gündeme gelecek Ermeni tasarısının da gündeme gelmesi bekleniyor.

Ayrıca İsrail’in büyük önem verdiği, Türkiye’den bu ülkeye petrol, doğal gaz ve su taşıyacak çoklu boru hattının da İsrail Başbakanı’nın gündeminde olacağı düşünülüyor.

Ehud Olmert, Ankara ziyareti sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, TBMM Başkanı Bülent Arınç ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile bir araya gelecek.
ANKA


Ajanın kemikleri için Erdoğan'a rica


İsrail Başbakanı Olmert'in Ankara ziyareti öncesi, 1965 yılında Suriye'de öldürülen MOSSAD ajanı Eli Kohen'in eşi ve kardeşi Ankara'dan 'acil randevu talebi'nde bulundu.

1965'te Suriye'de yakalanıp idam edilen Eli Cohen'in eşi Başbakan Erdoğan'a mesaj gönderdi: "Kemikleri barış için ilk adım olabilir. Suriye'nin ikna edilmesi için yardımınızı bekliyoruz...".

İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in Türkiye ziyareti öncesinde dün önüne, 1965 yılında Şam'da yakalanarak idam edilen ünlü MOSSAD ajanı Eli Cohen'in eşi Nadia Cohen ve 61 yaşındaki kardeşi Abraham Cohen'den "acil randevu talebi" ulaştı. Sadece SABAH'ın bilgisi dahilinde olan bu talebin ardındaki kritik mesaj ise Olmert'in Başbakan Erdoğan ile yapacağı görüşmede Cohen'in kemiklerinin iadesini gündeme getirmesi. Cohen'in ailesi, Olmert'ten Türkiye ziyareti sırasında bu konuya değinmesini ve Şam'ın ikna edilmesi için Erdoğan'ın devreye girmesini istiyor. İsrail Başbakanı Olmert'in, perşembe günü yapacağı ziyaret öncesinde SABAH, Suriye-İsrail arasında diyaloğun başlaması için büyük önem taşıyan, hayatı kitaplara ve filmlere konu olan efsanevi MOSSAD ajanı Eli Cohen'in ailesiyle konuştu.

NAAŞINI İSTİYORLAR
Cohen'in Suriye'de olan naaşına kavuşmak için yıllardır mücadele veren, 72 yaşındaki eşi Nadia Cohen,Olmert'in Türkiye'yi ziyaret edeceğini duyar duymaz dün İsrail Başbakanı'nın ofisini arayarak "acil randevu" notu iletti. "Türkiye Başbakanı Erdoğan'ın Cohen'in naaşının iadesi için yardımcı olmasını istiyoruz" diyen Nadia Cohen, "Eli zaten cezasını çekti. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad onun naaşını bize geri versin. İslam dini Allah'ın bağışlayıcılığına inanır" dedi.

Ajanın erkek kardeşi Abraham Cohen de Cohen'in kemiklerinin İsrail-Suriye arasında barışın tesisi için "sembolik" önem taşıdığını belirterek "Türkiye daha önce birkaç defa İsrail- Suriye arasında barış için arabulucu olmayı önermişti. Ancak İsrail, Türkiye'nin bu arzusuna pek olumlu yanıt vermedi. Oysa Türkiye bu konuda çok önemli bir rol oynayabilir" dedi. Cohen, Olmert'e, ziyaret öncesinde kendileriyle görüşmesi halinde, "Türkiye, Şam'ı ikna edebilir" mesajı ileteceklerini söyledi.

Sabah
Türkiye 2015'te AB'nin sebze - meyve deposu olacak

Avrupa Komisyonu içindeki tarım-kırsal kalkınma birimleri uzmanları tarafından hazırlanan ve Avrupa tarımının 2020 yılındaki görünümünü ortaya koymayı hedefleyen raporda Türkiye'nin 2015 yılında AB'ye üye olacağı varsayıldı. Raporda, Türk tarımının sondan bir önceki genişlemeyle AB'ye giren 10 ülkenin tarımına bedel olduğu, AB'ye katılımla geleneksel hububat ve et gibi geleneksel kuzey ürünlerinde genelde bir düşüş görülebileceği, meyve sebzede kuzey Avrupa'nın deposu olacağı, bu ürünlerde avantaj sağlayacağı belirtildi.Raporda, "Türk kırsal kesiminde önemli rol oynayan, kendi kendine yeten tarımsal birimlerin sosyal bir tampon olarak önemli işleve sahip olacağını ortaya koyuyor" denildi.Dünya tarım piyasalarındaki büyümenin yavaşlayacağı belirtilen raporda, küresel ısınmanın etkilerinin doğal kaynak ve tarımsal üretim yönetimiyle bağlantılı bir şekilde artacağına dikkat çekildi.
Ekonomi, Milliyet12.02.2007
Ernst&Young: Türkiye uyuyan bir dev

Ernst&Young International tarafından hazırlanan "Güneydoğu Avrupa Yatırım Çekiciliği Araştırması 2006"da, Türkiye doğrudan yabancı yatdırım çekme açısından "uyuyan bir dev" olarak nitelendirildi. Dünyadan 200 üst düzey yöneticinin katıldığı çalışmaya göre, yüksek bilinirlik ve çekici pazar yapısı bakımından yabancı yatırımcıların gözdesi olan Türkiye’nin çekiciliğinin artmasında politik istikrarın sağlanması ve AB ekonomik standartlarına uyum sağlanması büyük önem taşıyor.

Ernst&Young’ın "Güneydoğu Avrupa Yatırım Çekiciliği Araştırması 2006" sonuçları, düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. Toplantıya Ernst&Young Türkiye Genel Müdürü Osman Dinçbaş, Ernst&Young Fransa ortaklarından Marc Lhermitte ve Ernst&Young Yunanistan ortaklarından Paul Catsiapis katıldı.

"YABANCI YATIRIMCI BİZDEN DAHA SERİNKANLI"
Ernst&Young Türkiye Genel Müdürü Osman Dinçbaş, toplantıda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin batı iş dünyasının parlayan yıldızı olduğunu ve yatırımcılar tarafından dikkatle izlendiğini söyledi. Ernst&Young araştırmasının yabancı yatırımcıların Türkiye hakkındaki görüşlerini öğrenebilmek açısından çok önemli bir kaynak olduğuna inandığını ifade eden Dinçbaş, "Benim yabancı yatırımcılardan edindiğim izlenim şu: Biz kendi dünyamıza fazla angaje oluyoruz. Tüm sorunları kısa vadeli görüp, kendi önümüzü tıkıyoruz. Yabancılar bu açıdan bizden daha serinkanlı bakıp, orta ve uzun vadeli planlar yapabiliyorlar" diye konuştu.

"TÜRKİYE İMAJ SORUNUNU ÇÖZMELİ"
Ernst&Young Fransa ortaklarından Marc Lhermitte de, Türkiye’nin "kesinlikle" Avrupa’nın bir parçası olduğunu ve ekonomisinin Romanya, Fransa veya İspanya ile karşılaştırılabileceğini ifade etti. Türkiye’nin yatırım çekiliciği açısından Güneydoğu Avrupa’da Romanya’dan sonraki en cazip ikinci ülke olarak görüldüğünü dile getiren Lhermitte, buna karşın Türkiye’nin 2001-2005 yılları arasında bölgeye gelen yabancı yatırımın yalnızca yüzde 20’sini kendine çekebildiğini hatırlattı. Lhermitte, bu durumun Türkiye’nin imaj sorunu ile yakından ilgili olduğuna dikkat çekerek, yabancı yatırımcıların özellikle politik istikrar ve ekonomide AB standartlarına uyum konularında hassa olduklarının altını çizdi. Lhermitte, 3 yıl içinde Güneydoğu Avrupa bölgesine yatırım yapacak şirketlerin yüzde 59’unun, Türkiye’de yatırım yapmayı planladığını da sözlerine ekledi.

"GÜNEYDOĞU AVRUPA ÜLKELERİ ORTA AVRUPA İLE REKABET İÇİNDE"
Güneydoğu Avrupa bölgesinin son yıllarda yabancı yatırımcıyı çekme konusunda Orta Avrupa ülkeleriyle ciddi bir rekabete girdiğini kaydeden Lhermitte, özellikle Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerin bu konuda büyük başarılar kazandığına dikkat çekti. Güneydoğu Avrupa ülkelerinin işgücü maliyeti, verimlilik artışı, kalifiye işgücü ve telekomünikasyon altyapısı bakımından Orta Avrupa ülkelerinden daha iyi durumda olduğunu, ancak politik istikrar, ulaşım altyapısı gibi konularda geri kaldığını hatırlatan Lhermitte, Türkiye’nin de özellikle iç pazar ve esnek işgücü konularında önemli avantajlara sahip olduğunu belirtti.

"ROMANYA EN BAŞARILI, TÜRKİYE UYUYAN DEV"
Lhermitte, Türkiye’nin bölgenin iç pazar ve kendine ait bilgi ve beceriler açısından en cazip ülkesi olarak görüldüğünü ifade ederek, öte yandan Türkiye’nin işgücü maliyetleri ve toplumsal çevre ve istikrar konularında geri kaldığına dikkat çekti. Lhermitte, Güneydoğu Avrupa’da şu anda yabancı yatırımcı çekme konusundaki en başarılı ülkenin Romanya olduğunu, yeni üye Bulgaristan’ın gün geçtikçe ilerleme kaydettiğini, Yunanistan’ın ise durağan bir süreç yaşadığını belirterek, Türkiye’nin bölgede konumu ve potansiyeli itibariyle "uyuyan bir dev" olarak tanımlandığını kaydetti.
Milliyet
Sevgililer Günü virüsüne DİKKAT!

Uzmanlar, kullanıcılara romantik kutlama mesajlarına dikkat etmeleri çağrısında bulundu.
Bilgisayar güvenliği uzmanları, bu tip özel günlerin, kullanıcıların bu zamanlarda elektronik postayla gelen mesajları daha çok açmak istemelerinden ötürü, bu yolla virüs gönderenleri cezbettiği uyarısında bulundular.
Uzmanlar, geçen yıl Sevgililer Gününde dünya çapında 30 binden fazla bilgisayarın, bu özel günü kutlama maskesiyle bulaşan bir virüsün kurbanı olduğunu belirterek, bu yıl özellikle romantik kutlama mesajlarına dikkat etmeleri çağrısında bulundu.Güvenlik uzmanları, kullanıcılara özellikle, "Together You and I" veya "Till the End of Time Heart of Mine" başlığıyla gelen e-postaları açmamaları uyarısında bulundu.

AB TUTKUNLUGU

Hic sevmedigim bir kelimedir ; "Felaket Tellalligi“

Malesef söylemeden gecemiyecegim.


AB ye katilma arzusu sanki devlet politikasi haline geldi, ama nasil geldi.

Agzini acan her sahsin diline doladigi laf, Mustafa Kemal demisti ya;


"Muhassir medeniyetler"


diye lafa baslayip mangalda kül birakmiyanlar.

Neden? bu kadar AB'ye giris arzu ediliyor anlamis degilim. Tamam Gazi nin dedigine kimsenin itirazi yok, tabii ki yüksek teknoloji, tabii ki demokrasi, insan haklari, kaliteli egitim, kaliteli saglik hizmetleri, kimin bunlara itirazi olabilir.


Malesef bu istek ve arzular bizim AB'ye katildigimizin ertesi günü, sanki sihirli deynegi dokundurunca olacakmis gibi halka empoze edilmeye calisiliyor.

Bunun öyle olmadigini AB'ye katilan Bulgaristan, Macaristana bakarsak anlariz.

Türkiye'nin Tansu Ciller hükümeti döneminde, Gümrük Birligi anlasmasini imzaladigi günden beri zarari 85 Milyar Dolar, evet yanlis okumuyorsunuz fazlasi var eksigi yok.


Simdi hep beraber düsünelim, bu parayla neler yapilmazdi. Hatirlarsaniz Kemal Dervis´in dünya bankasindan aldigi kredinin miktari 10 Milyar dolardi ve Türkiye ekonomisini düzlüge cikardi.


85 Milyar dolar ile neler yapilbilecegini siz tassavvur ediniz.


Bir inat ugruna bunca zarar niye, anlamis degilim.


Simdi Mustafa Kemal bu durumu görse, acaba, hala devam cocuklar iyi yapiyorsunuz mu derdi?


Yoksa tersini mi?


Onun icin herkes artik Ata´nin arkasina siginmaktan vaz gecsin. Böyle bir poltikayi Ata'ni hedefleriyle bagdastiramayiz.


Tasima suyla degirmen dönmez.


Türk sanayicisinin 2006 yili ihracat geliri de 85 Milar dolar.


2007 hedefi 100 Milyar dolar. Demek AB olmadan da oluyor.

Iste en güzel milliyetcilik, lusalcilik, halkcilik, bagimsizlik, adini ne koyarsaniz koyun, artik devir, kilic kalkan devri degil.


Ekonomik güclülük, bize arzu ettigimiz itibari otomatikman kazandirir.


Biz Avrupali gibi yasamak istiyoruz. Türk gelenek ve göreneklerini göz ardi ederek degil.
Bizim hamurumuz baska, istesek de Avrupali olamayiz. Hic de niyetimiz yok.

Türkiye AB'ye giricekse davet edilerek girsin, siginma gibi degil.


Artik benim karnim Avrupa'linin verdigi o “Türkiye'siz AB düsünülemez” gibi ici bos laflara tok.

Zaten Avrupalidan samimiyet beklemek en büyük gaflet olur.


Duyyun-i Umumiye, sizlere bir seyler hatirlatiyordur sanirim.

Yapacak cok isimiz var.

Artik kavga, gürültü, alt kimlik, üst kimlik, bas örtüsü, YÖK, Ermeni, Kürt, Türk gibi tartismalarla kaybedecek zamanimiz yok.


Bu milletin polisi de var, bekcisi de var, kanun ve yasalari da var.


Siz vatandaslik görevinizi yapin.

Kolay gelsin herkese...


Ilhan Bingöl

IRAN'IN ISRAIL KARTI


Iranin oynadigi Israil karti haddi zatinda bir aldatmacadir.


Iran, Orta Dogu'da ona kafa tutabilecek ve hatta haritadan silebilecek tek bir varligin oldugunu gayet iyi biliyor.


Hayret ediyorum cidden ; Nasil oluyorda Iranin oynadigi oyuna geliyor bütün islam alemi. Adamlarin derdi Sunnilerin Islam hegemonyasini yerle bir etmek ve Sii kolunu Islamin patronu yapmak.


Bunun icin icap ederse, ki etmesi de muhtemel, Suudi Arabistani ve kuveyt'i yerle bir edecek. Suudi Arabistan kralinin, Hamas ile El Fetih baskanlarini bir araya getirmesi nedendir?


Amerikada halka gosterilen elektrikli otomobil, yakinda piyasaya cikacaginda petrol fiyatlarinin ne olacagini düsünebiliyor muyuz?


Bol akacak petrol varili 18 dolar seviyesine dek düsürebilir mi?


Pek cok yerlerde kullanilan tabii gaz zaten isinmak icin petrolun yerini aldi bile.


Bu senaryoya göre; Iran Suudi ve Katar petrol kuyularini kapatabilirse, petrol akimi boldan tekrar aza dönüsebilir ve fiyatlar düsmez.


Simdi, eger geri dönüp Sunni Sii meselesine gelirsek, Orta Dogu'nun yapmacik, sonradan olma memleketlerin sinirlari da oyuncak haline gelmiyecek mi?


Türkiye ile Turkmenistan arasinda kurulmasina karar verilen tren hatti neyi simgelemekte? Bütün Arap devletrlerine giden Su GAP projesi ile ve Türk devletlerinin Federasyon olarak birlesmeleri halinde araplar ne icecekler?


Petrol mü?


Günün birinde Ortadogu'daki devletlerin sinirlarinin degisecegini ve Araplarin elindeki kuvvetin sinirlanacagi günlerin gelebilecegini görmuyor musunuz?


Iran'in eline Atom bombasini yapabilme bilgisini ve teknolosisini Rusya neden verdi?


Fransa neden yardim etti ?


Daha uzatayim mi?


Erroll Gelardin
Le Figaro: PKK'nın başı kesildi

Fransa'da PKK'ya karşı düzenlenen operasyonun sonucunda 13 PKK'lının gözaltına alınması ile örgüte darbe vurulduğu belirtildi.

Le Figaro gazetesi, "PKK'nın başının kesildiği" ifadesini kullandı. Fransız Le Figaro gazetesinde Fransa'da gözaltına alınan kişilerin Fransız iç istihbarat örgütü DST tarafından muhbir olarak kullanıldığını belirtirken, 13 kişinin göz altına alınması ile "PKK'nın başının kesildiği"ni yazdı.

İSİMLERİ TERÖR LİSTELERİNDE

PKK'nın üyesi olduğu öne sürülen kişilerin isimlerinin AB ve ABD'nin terör listelerinde yer aldığını belirten Le Figaro, DST'nin göz altına alınan PKK militanlarını koruduğunu yalanlarken göz altına alınan militanların bazılarının düzenli bir biçimde, en az ayda bir Fransa'da toplanan fonlar ve PKK'nın ülkedeki örgütlenmesine ilişkin olarak DST'ye bilgiyi aktardıkları yolundaki haberleri ise yalanlamadığına dikkat çekti. Le Figaro, DST tarafından yapılan açıklamada DST'nin idare polis çalışmaları çerçevesinde siyasi mülteciler ile temas içinde olduğunu belirttiğini ancak "süpheli hiç bir faaliyete göz yulmadığı" ifade edildiğini bildirdi.

PKK'NIN KASASI

DST'nin temas içinde olduğu PKK'lıların arasında İnterpol tarafından aranan ve Avrupa'da PKK kasası olarak bilinen Nedim Sellem'nin bulunduğa işaret eden gazete, Sellem'in Türkiye'de 15 kişiyi öldürdüğü sanıldığını kaydetti. Gazete, Belçika'da gözaltına alınan Canan Kurtyılmaz'ın isminin de terör listesinde bulunduğunu, Türkiye'de de aranan Kurtyılmaz'ın örgütün önde gelenlerden biri olarak tanındığını vurguladı.
'Paris'te gözaltına alınan PKK'lılar Fransız muhbiri'

Paris banliyölerinde geçen pazartesi günü düzenlenen operasyonlar sonucu gözaltına alınan ve cuma günü ilk sorgularının ardından tutuklanan terör örgütü PKK üyeleri arasında Fransız gizli servisinin muhbirlerinin de bulunduğu bildirildi.

Le Parisien gazetesi, cuma gecesi sorgu hakimine verilen ifadeleri dinleyen kaynaklarına atıfta bulunduğu haberde, ''tutuklu yargılanmasına karar verilen bazı militanların, Fransız Casuslukla Mücadele (DGS) istihbarat birimiyle düzenli ilişki içinde olduklarının ortaya çıktığını'' yazdı.

Yine aynı kaynağa atfen verilen haberde, tutuklanan bazı terör örgütü üyelerinin, örgütün mali yapısı ve örgütlenmesi hakkında sürekli bir DGS görevlisine bilgi verdiği bildirildi.

Gazete gözaltına alınan ve terör örgütünün ''kasası'' olarak bilenen Nedim Seven adlı teröristin de DGS'ye bilgi verenler arasında olduğunu yazdı.

Gazete yine başka bir gözlemciye dayanarak, DGS'nin terör örgütü üyeleriyle ''siz ülke topraklarında saldırı yapmayın, biz de sizi sakin bırakalım'' şeklinde üstü kapalı bir anlaşmaya varılmış olabileceği yolundaki görüşe yer verdi.

DGS kaynaklarıysa gazeteye yaptıkları açıklamalarda, bu görüşe karşı çıkarak, şüpheli durumlara kesinlikle taviz vermediklerini belirttiler ve yasal olmayan bir işe kalkışmaları önlemek için terör örgütü üyeleriyle temas içinde olduklarını söylediler.

Sorgu yargıcı, cuma gecesi yapılan ön soruşturma sonunda, 15 terörist hakkında adli soruşturma açılmasını kararlaştırdı.

Daha sonra ikinci kez yargıç önüne çıkarılan teröristlerden 14'ünün tutuklu yargılanmasına karar verilmişti.

Paris'teki operasyonlar çerçevesinde terör örgütünün başkentteki merkezi olan bir ''kültür merkezine'' de baskın düzenlenmiş, çeşitli evrakla bilgisayarlara el konulmuştu.

Bu merkeze düzenlenen baskının, terör örgütüne maddi destek sağlayan ve örgütün Avrupa'daki üst düzey sorumluları olduğu tahmin edilen kişilere karşı Paris'in çeşitli banliyölerinde düzenlenen operasyonlar çerçevesinde yapıldığı belirtiliyor.

Gözaltına alınanlara, teröre mali kaynak sağlama dışında, ''organize suç'' ve ''kara para aklama'' suçlamaları yöneltiliyor.

Fransız basını, gözaltına alınanların uyuşturucu kaçakçılığı yapıyor olabileceği olasılığının da ciddi bir biçimde araştırıldığını belirtiyor.

Paris'teki operasyon, geçen yıl 2 PKK'lı teröristin döviz bürosunda kaynağını açıklayamadıkları 200 bin avroyu dolarla çevirmek isterken gözaltına alınmaları sonucu başlatılan soruşturma çerçevesinde düzenlenmişti.

Fransa'da terör örgütü PKK'nın faaliyetleri, 1993 yılında yasaklanmıştı.
Kuvayi Milliyecı albay, generallerin kafasını çuvala dolduracakmış

Öldürme yemini yaptıran Kuvayı Milliye Derneği Başkanı emekli Kurmay Albay Fikri Karadağ'ın Silahlı Kuvvetler'deki generallere de ağır hakaretler ettiği iddia edildi.

Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği (VKGBH) Genel Sekreteri Mesut Sezer, Karadağ'ın başta Genelkurmay eski başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök olmak üzere Genelkurmay'da görevli bütün generallerin kafalarını çuvala doldurmak istediğini ileri sürdü. Mesut Sezer, derneklerinin adının, hiçbir şekilde tasvip etmedikleri bir yemin töreni nedeniyle Kuvayı Milliye Derneği ile birlikte anılmasından rahatsızlık duyduklarını anlattı. Konuyla ilgili dün Mersin'de bir basın toplantısı düzenleyen Mesut Sezer, kendileri ile ilgili iddialara cevap verdi. Hatırlanacağı gibi Fikri Karadağ, Taner Ünal'ın genel başkanlığını yaptığı VKGBH'yi yabancı güç odaklarının emri altına girmekle suçlamıştı.

Fikri Karadağ'ın, 15 Nisan 2005 tarihinde VKGBH yönetimine seçildiğini ve 30 Temmuz 2005'te de ilişkisinin kesildiğini anlatan Sezer, Mayıs 2005'te bir toplantıda yaşanılan bir olayı şöyle anlattı: "Fikri Karadağ ve Sayın Alaaddin Parmaksız'ın katıldığı bazı yönetim kurulu arkadaşlarımızın da içerisinde bulunduğu 8-10 kişi ile birlikte bir toplantı yapıldı. Genel başkanımız Alaaddin Parmaksız ve Karadağ'a 'Sizler devletin önemli kademelerinde görev yapmış insanlarsınız. Derneğimizde yer aldığınız için her ikinize de teşekkür ederim. Öncelikle derneğe hangi amaçlarınızı gerçekleştirmek için katıldığınızı öğrenmek isterim.' dedi. Fikri Karadağ kendinden emin ve sürpriz yapmak ister bir vaziyette, 'Bizim amacımız kelleleri çuvala doldurmak.' dedi. Hepimiz şaşırmıştık. Genel başkanımız, 'Hangi kelleleri?' dedi. Karadağ, 'Genelkurmay'daki bütün paşaların kellelerini. Başta genelkurmay başkanından başlamak üzere bütün kelleleri.' dedi." Karadağ'ın bu ifadelerden sonra Hakkari Dağ ve Komando Tugay eski komutanı emekli Tuğgeneral Alaaddin Parmaksız'a dönerek, "Benim genelkurmay başkanım bile belli, işte karşınızda." dediğini de ileri süren Sezer, "Sayın Parmaksız sesini çıkarmadı, tasdik eder gibi gülümsedi." diye konuştu. VKGBH Genel Başkanı Taner Ünal'ın bu sözlere şaşırarak Karadağ'a tepki gösterdiğini ifade eden Sezer, Karadağ'ın bu nedenle dernekten ayrıldığını kaydetti. Genel Sekreter, Karadağ'ın Eylül 2006'da Mersin Kanal 33'te yaptığı konuşmada da benzer ifadeleri kısmen kullandığını anımsattı.

Sezer, Karadağ'ın yanında görülen ve kendini Hüseyin Kerim Bayraktaroğlu olarak tanıtan şahsın gerçek isminin de Hüseyin Görüm olduğunu açıkladı. Görüm'ün, "Kuvayı Milliye hareketleriyle ilgili bütün ilkeleri Kur'an'dan aldıklarını" söylediğini anlatan Sezer, "Milli ve dinî duyguların sömürülmesi ile başlayan tutarsız ve fikrî temelden yoksun bir hareketle halkın karşısına çıkılarak bunun adına Kuvayı Milliye denilmesi herkesi müteessir etmiştir." ifadelerini kullandı. Hüseyin Görüm'ün çevresine "Gürcü" olduğunu söylediğini aktaran Sezer, Karadağ "Türk anadan, Türk babadan" şeklinde yemin ettirirken yanında duran kişinin "Gürcü" alt kimliği kullanmış olmasını da büyük bir çelişki olarak görüyor.
Babacan'ın Brüksel gündemi yoğun
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, yarın, resmi görüşmelerde bulunmak üzere Belçika'nın başkenti Brüksel'e gidiyor.
Edinilen bilgiye göre, Babacan Brüksel'de, AB Komisyonu üyeleriyle görüşerek, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu'nun (TUSKON) Brüksel Ofisi'nin açılış törenine katılacak.
Ali Babacan, 15 Şubat Perşembe günü ilk olarak, AB'nin Bölgesel politikalardan sorumlu Komiseri Danuta Hübner ile bir araya gelecek.
Daha sonra, AB'nin Mali Programlama ve Bütçeden sorumlu Komiseri Dalia Grybauskaite ile görüşecek olan Babacan, aynı gün öğleyin TUSKON'un Brüksel Ofisi'nin açılış törenine katılacak.
15 Şubat Perşembe günü öğleden sonra, Brüksel'de yabancı basın mensuplarıyla sohbet toplantısı yapacak olan Babacan, yine aynı gün, AB'nin İşletme ve Sanayiden sorumlu Komiseri Günter Verheugen ile görüşecek. Babacan, Genişlemeden sorumlu Komiser Olli Rehn ile de akşam yemeğinde bir araya gelecek.
-16 ŞUBAT CUMA PROGRAMI...-
Devlet Bakanı Babacan, 16 Şubat Cuma günü ilk olarak Komisyon'un enerjiden sorumlu üyesi Andris Piebalgs ile görüşmelerine başlayacak.
Komisyon'un Ekonomik ve Mali İşlerden sorumlu üyesi Joaquin Almunia ile öğle yemeğinde bir araya gelecek olan Babacan, aynı gün öğleden sonra Komisyon'un Tarım ve Kırsal Kalkınmadan sorumlu üyesi Mariann Fischer Boel ile görüşecek.
Babacan'ın, Brüksel'deki temaslarının ardından, Cuma günü Türkiye'ye dönmesi bekleniyor.
Zaman
PKK’nın bülbülleri

Geçtiğimiz günlerde Fransa’da başlayıp Belçika’ya sıçrayan PKK’ya yönelik polisiye operasyonlar, Türkiye’de özellikle Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından “ABD düğmeye bastı ve bastırdı” biçiminde yorumlandı. Bu yorumun doğruluğu, dün Le Parisien Gazetesi’nde yayınlanan müthiş haberle kanıtlanmış bulunuyor: Meğer PKK’nın pek çok üst düzey sorumlusu, resmen polis muhbiriymiş. Başka bir deyişle PKK, “başın kuyruğu ihbar ettiği” bir yılanmış!

Le Parisien’den öğrendiğimize göre, Fransa’da anti-terör polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra mahkemece tutuklanan 14 PKK’lının “çoğu” Fransız gizli istihbarat servisi DST’yle düzenli temas kurduklarını, hatta her ay ortalama bir kez PKK’nın etkinliklerine yönelik “ihbar raporu” verdiklerini açıklayıp, sorguları sırasında “Bizi niye tutukladılar ki?” demeye getirmişler.

Fransız istihbarat örgütü DST’ye PKK’nın Fransa’da nasıl örgütlendiğini, örgütün nasıl ve nerelerden haraç topladığını, hangi yöntemle transfer ettiğini, kimin kim, neyin ne olduğunu bülbül gibi şakıyan muhbirler arasında...

Bir numara, PKK’nın Avrupa’daki kara para kasasının baş muhasebecisi sayılan ve Türkiye’de on beş kişinin katil zanlısı, 38 yaşındaki Nedim Seven’miş.

İki numara ise, yemeyip içmeyip Fransız gizli servislerine ta Belçika’lardan muhbirlik yapan 33 yaşındaki Canan Kurtyılmaz adlı, Türkiye’de terör suikastları zanlısı kadın militan. O da Belçika’da PKK’nın “kelle” yöneticilerinden biri olmak esbabıyla tutuklandı.

Fransız basını, PKK’ya yönelik operasyonlar sırasında “örgüt hücresi” diye basılan Paris’teki bir Kürt kültür merkezinin, cumhurbaşkanı adayı Nicolas Sarkozy’nin seçim bürosuna komşu çıkışına şaşırmış, “İçişleri Bakanı’nın burnu dibinde terör örgütü...” diye dalga geçmişti.

Tutuklu PKK’lıların, savcılığa verdikleri, “Fransız gizli servisleriyle sözlü anlaşmamız vardı. Fransa’da terör eylemine girişmememiz koşuluyla, bizi rahat bırakıyorlardı...” ifadesine bakılırsa, böyle bir adres çakışması da rastlantı olmayabilir. Çünkü Fransa’da kültür mültür, derneklere dernek yeri de devlet tarafından gösterilir ve çoğu “bedelsiz” kiraya verilir!

Kendi kendini ihbar eden PKK, velinimeti Fransız polisinin durup dururken tepesine binmesinden pek müşteki. Tutuklu militanların avukatlığını üstlenen William Bourdon, “Müvekkillerim hem DST (gizli istihbarat örgütü), hem RG (açık istihbarat örgütü) servislerinin denetim ve gözetimindeydiler. Bütün etkinlikleri bu servisler tarafından bilinmesine rağmen, yaptıkları şimdi suç oldu! Demek DST ve RG’nin suç anlayışları siyasal ajandalara göre değişiyor...” diye bir demeç verdi. Biri dış kaynaklı tehlikelere, öteki iç tehlikelere yönelik istihbaratla görevli bu iki örgütten DST, hemen cevapladı: “Çoğu sığınmacı PKK muhbirleriyle düzenli temas halinde olduğumuz doğrudur ve zaten görevimizdir. Ama bizimle temas halinde olmak, bu şahıslara dokunulmazlık sağlamaz. Hiçbir suça göz yummayız. Tam tersine her temasta kendilerini ‘sarı çizgiyi’ aşmamaları konusunda uyarırız...”

Şimdi, işin içine ‘sarı çizgi’ girince ey okur, insanın aklına bizim memleketin ‘sarı çizmeli Memet Ağa’ları, zaten kırmızı çekse de takılmayıp aşılan hazin çizmeleri, pardon çizgileri düşüyor. Ve ister istemez, “elalemin sarı çizgisi ne ola ki, kırmızıya geçmeden bile aşılmıyor?” sorusu kıvrılıyor kafada.

Kuşkusuz Fransız istihbarat örgütleri PKK operasyonuna ABD’nin sinyaliyle başlamış olsa da “muhbirlerini tutuklatmak” gibi bir garipliğe karşılık “çizmenin aşıldığına” yönelik bir gerekçe hazırlamış olmalı.

Sanıyorum bu gerekçe, ya da bahane, PKK’nın el konulan haraç parası banknotlarında rastlanılan eroin ve kokain kalıntıları. Yarın öbür gün, “Uyuşturucu kaçakçılığına bulaştıkları için tutukladık, daha önce yapmıyorlardı, dokunmuyorduk!” derlerse, hiç şaşırmam.

Kıssadan hisse: El desteğiyle devlete girilmez, el kösteğiyle devlet yıkılıp devlet kurulmaz ve hain uşakları hizmet efendileri bile korumaz!

Mine Kirikkanat-Vatan 13.02.2007
Avustralyalı Irkçı milletvekilinin DNA’sında Türk genleri çıktı

Avustralya’da ırkçı görüşleriyle tanınan One Nation partisinin eski lideri Pauline Hanson’ın kanında Türk geni çıktı. Yabancı düşmanı konuşmalarıyla tepki toplayan Hanson, yapılan DNA testi sonucunda Ortadoğu kökenli olduğunu öğrenince şoke oldu.

Hanson, soyunun nereden geldiğini öğrenince "çok şaşırdığını" ve "hayretler içinde kaldığını" söyledi. Hanson’ın izniyle "The Sunday Mail" gazetesi tarafından yaptırılan DNA testinin sonuçları zengin ve çok kültürlü bir geçmişe kadar gitti. Test sonuçları Hanson’ın yüzde 9 Ortadoğulu, yüzde 32 İtalyan, Yunan ve Türk karışımı ve yüzde 59 kuzey Avrupalı olduğunu gösterdi. Sonuçları öğrenince kafası karışan Hanson, bu geçmişi "tecavüzlere" ve "savaşlara" bağlamaya çalıştı. Hanson, yine de bu gerçeğe karşı çıkmayacağını belirterek "Kim olduğumu öğrendim" dedi. Hanson yine de siyasi görüşlerini değiştirmeyeceğini vurgulayarak, "Bunu benden kimse istemesin. Sadece yüzde 9 Orta Doğulu olabilirim ancak gördüğünüz bu kız yüzde yüz Avustralyalıdır" diye konuştu.

Geçenlerde "Avustralya geleneklerini yok ettiklerini" söyleyerek müslümanlara saldıran Hanson, kendi soyunun ise İngiltere ya da İrlanda’dan geldiğine yüzde yüz inanıyordu.
Hürriyet
Savaş kültürü ve ırkçı tehdit

Alman Der Spiegel dergisi, "Öldürücü milliyetçilik" başlıklı yazısında "Türkiye'de eleştirel tavır takınan yazar ve gazetecileri hedef alan savaş kültürünün yoğunlaştığını" belirtti.
Polisin katillere kahraman muamelesi yapabildiğini, hükümetin ise yükselen "gerici hissiyat"a karşı bir şey yapamadığını yazdı.
* * *
Bu milliyetçi yükselişin çok nedeni var:
Amerika'nın bölgedeki saldırgan politikaları ile Avrupa'nın çifte standartlarının yarattığı öfke ve hayal kırıklığını en başa koyabiliriz.
Kürt ve Türk milliyetçiliği birbirine sürtündükçe keskinleşen bıçaklar gibi kıvılcım saçıyor.
Yarın umudunu yitiren kitleler, maziye, köklerine sığınarak güç buluyor.
İçe kapanan, farklılığa tahammülsüz bir toplum çıkıyor ortaya...
Milliyetçilik, yer yer kafatasçı bir şekle bürünüyor.
Silah üzerine Türklük yemini eden Kuvvacılardan, katliam çağrıları yapan "sol" namlı dergilere, katilleri öven ırkçı sitelerden partileşmiş linç tahrikçilerine kadar büyük bir koalisyon, gerçek anlamda "bölücü bir faaliyet"e girişmiş durumda...
Bu saldırganlığın kışkırtılmasının ne sonuçlar verebileceğini 6-7 Eylül'de Beyoğlu'nda da gördük; Sivas'ta Madımak Oteli'nde de...
* * *
Peki, nasıl gelişti bunlar?
Geçen haftaki Neden'de Nuri Gündeş önemli bir hatırlatma yaptı:
"Devletin polisinin güçlü olduğu zamanda, Ülkü Ocakları'ndan MHP'den bazı kişiler polise yardımcı oldular. Bunlar zamanla devletten aldıkları gücü kendi emelleri için kullandılar. Çek-senet mafyaları çıktı ortaya..."
Sonrasını hatırlayalım:
10 yıl önce, 1997'de Susurluk skandalının yankısı sürerken toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Türkiye'nin tehdit önceliklerini sıralayan "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi"nde (MGSB) önemli bir değişiklik yaptı.
"Aşırı sol tehdit"in yumuşamakta olduğunu saptadı.
Yeni tehdidi ise "ırkçılık" olarak açıkladı:
"Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa dönüştürülmek istenmektedir. Ülkücü mafya bundan yararlanmak istemektedir. Bu da bir tehdit unsuru oluşturmaktadır" dedi.
Bu, ilk kez oluyordu.
Soğuk Savaş'ın bitmesiyle komünizm tehdidinin azaldığını hisseden devlet, yıllar yılı solculara karşı "gayrimeşru bir ilişki" içinde olduğu sağcılarla İslamcıların işine son veriyordu.
Nitekim, derin kalkan ve mali destek kalkınca bu oluşumların nasıl kısa sürede tasfiye olacağı hemen görüldü.
* * *
MGK, ilk uyarıdan 8 yıl sonra 2005'te MGSB'yi yeniden yazdı:
Bu kez "aşırı sol"u iç tehdit sayarken, "aşırı sağ"ı tehdit unsuru olmaktan çıkardı. Oysa manzara tam tersiydi:
Sol, can çekişirken ırkçılık tırmanıyordu.
MGK'nın bu teşhisinin "ırkçılığı, mafya liderlerini, linç girişimlerini cesaretlendireceği" o dönem söylendi.
Nitekim de öyle oldu.
Bakalım önümüzdeki MGK, son gelişmelerden yeni bir tehdit unsuru çıkaracak mı?
* * *
Yazımıza "Öldürücü milliyetçilik" diye başlamıştık.
"Yaşatıcı insanlık"la bitirelim:
14 yaşındaki, cumhuriyet yurttaşı Yorgo Kutruli trafik kazasında öldü 10 gün önce... Babası organlarını bağışladı. Şimdi onun kalbi, karaciğeri, böbrekleriyle 4 ayrı insan, belki farklı bir açıdan, Yorgo'nun penceresinden bakıyor dünyaya...
Bir de bu Türkiye var:
Başkalarına kin saçan değil, başkalarıyla yüreğini paylaşan güzelim insanların ülkesi...
"Savaş kültürü"nü yenecek olan, bu insanlık işte...

Can Dündar
Washington Post:
İstanbul saldırısını yapmadan önce Ladin ile buluştular

İstanbul’da gerçekleştirilen ve 58 kişinin ölümüne yol açan terörist saldırılarda El Kaide’nin parmağının olduğu, saldırıyı gerçekleştiren Türklerin saldırı öncesi Bin Ladin ile buluştukları öne sürüldü. Washington Post gazetesi, Bin Ladin’in kahvaltıda bir araya geldiği Türklere “büyükannem Türktü" dediğini yazan gazete, söz konusu grubun Bin Ladin’e TÜSİAD saldırısı planı ile gittiklerini ancak El Kaide’nin askeri komutanının, bunun yerine bombalı kamyonların kullanılmasını önerdiğini öne sürdü.

Washington Post gazetesi, İstanbul kaynaklı, Karl Vick imzalı uzun bir haberinde 2003 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen ve 58 kişinin ölümüne yol açan terörist saldırılarda El Kaide’nin parmağının olduğunu belirtirken, “Türkler, Bin Ladin ile buluştu" diye yazdı.
Türkiye’de yargılanan 70 sanığın duruşma sırasında kanıt olarak gösterilen ifadelere ile sanıkları tanıyan kişilerle yapılan görüşmelere dayanılarak hazırlanan haberde 11 Eylül saldırısına bir hafta kala bazı genç Türklerin Afganistan’ın Kandahar kentinde kahvaltıda Usame Bin Ladin ile bir araya geldikleri belirtildi.

LADİN: BÜYÜKANNEM TÜRKTÜ
Türk ziyaretçilerinin Kandahar’a “spektaküler bir terörist saldırıöya ilişkin bir plan ile gittikleri ancak kahvaltı sırasında bu tür işlerin konuşulmadığını kaydeden gazete, buna karşın Bin Ladin’in Müslümanların ABD ve İsrail tarafından uğratıldığı adaletsizlikleri anlattığını, ayrıca büyükannesinin Türk olduğunu söylediğini yazdı. Bu arada, gazete, El Kaide’nin bir askeri komutanının, Türk konuklarına ayrılmadan önce 10 bin dolar nakit verdiğini de kaydetti.
Washington Post, Kasım 2003’de İstanbul’da gerçekleştirilen saldırılar için “Bin Ladin tarafından spesifik bir biçimde izin verilen son saldırılar olmuş olabilir. Türkler ile yapılan kahvaltıdan iki ay sonra AB’nin liderliğindeki kuvvetler, Afganistan’da tüm ülke çapında saldırıya geçerken Bin Ladin, Tora Bora’daki üssüne yöneliyordu" ifadesini kullandı.
Bin Ladin ile kahvaltı eden Türklerin El Kaide ile görüşmek üzere Afganistan’a gitmeden önce bir hücre oluşturduklarına işaret eden gazete, “Orada örgüte bağlılığını yemin etmeyi reddettiler ancak yardım ve onayı istediler" diye yazdı. Gazete, davada tek yargılanan El Kaide militanı, Suriyeli Louai Sakka’nın olduğunu, Sakka’nın komplo kuranlara bir çorapta gizlenmiş 100 bin dolar teslim ettiğini dile getirdi.
Türkiye’de “İslam’ı yönelik uluslararası baskılaröa karşı savaşmayı yemin eden grup üyelerinin kişiliklerini de anlatan gazete, grup liderlerinin 1990 yıllarında askeri eğitimi almak için Afganistan’a gittiklerini belirtirken şöyle devam etti:
“Türkiye, resmen laiktir ancak Türkiye’nin etnik Kürt ayrılıkçıları ile kirli bir savaş yaptığı 1980 ve 1990 yıllarında hükümet, asilere karşı çıkan şiddet yanlısı dini örgütleri gizli bir biçimde cesaretlendirdi. Türklerin, Çeçenistan veya Bosna’da Müslüman militanlarının yanında savaşmak üzere yola çıktıklarında yetkililer başka bir tarafa baktılar."

TÜSİAD ÜYELERİNİ KAÇIRMA PLANI
Washington Post, Mardinli Habib Aktaş’ın başına geçtiği grubun ilk planının bomba kullanılmasını içermediğini belirterek “Aktaş’ın grubu, TÜSİAD olarak bilinen ve zanlılardan birinin belirttiğine göre, birçok Yahudi patronunun dahil olduğu, Türk Sanayiciler ve İşadamları Derneği’nin bir toplantısında spektaküler bir saldırı düzenlenecekti" diye yazdı.

EL KAİDE KOMUTANI PLANI DEĞİŞTİRTTİ
Grubunun planının TÜSİAD’ın 10-15 üyesini kaçırarak bir milyon dolarlar fidye toplamak olduğunu kaydeden gazete, bu planın başarısız olması halinde grubun üyelerinin tüm rehinleri öldürdükten sonra kendilerini de “şehit" etmeyi öngördüklerini belirtti. Ancak Kandahar’daki El Kaide askeri komutanının, TÜSİAD planı yerine bomba taşıyan kamyonlarla bir saldırı düzenlenmesini önerdiğini öne süren gazete, bu önerinin kabul gördüğünü yazdı.
Washington Post’un saldırı hazırlıklarını uzun uzun anlattığı haberinde saldırının gerçekleşmesinden önce Sakka ve saldırıyı düzenleyen başka kişilerin Suriye’ye geçtiğini ve beş aydır Suriye’de kaldıktan sonra Irak’a geçtiklerini kaydetti. Sakka’nın Irak’taki El Kaide grubu lideri Ebu Musa El Zarkavi’nin üst düzey yardımcısı olarak görev yaptığına dikkat çeken gazete, Sakka’nın daha sonra Antalya’da bir gemiye yönelik bir saldırıyı hazırlarken yakalandığını ancak kaçmayı başardığını belirterek Sakka’nın Felluce’de öldüğü iddialarına yer verdi. (ANKA)
TÜRK BASININDAN MANŞETLER 13.02.2007

HÜRRİYET
Sıra Eroin Baronunda
Irkçı Lidere DNA Tokadı

ZAMAN
Petrolde Veto Yiyen Madde Madende Bir Yıldır Uygulanıyor
ABD- İran Gerginliği Ortadoğu’yu Isıtıyor
Babasının Gördüğü Ermeni Zulmünü ABD’de Anlatacak

TÜRKİYE
Erdoğan: Mücadelemiz İstikbal İçin
Merrill Lynch’ın Türkiye Raporu: Türkiye’de Kriz Beklemiyoruz

SABAH
PKK Bağdat’a Paralı Asker
Vergi Kaçağı CEO Götürdü

MİLLİYET
‘Pierre Loti’yi Silelim’ Teklifi
Ya Sera Gazı Ya 20 Milyar Dolar

CUMHURİYET
Türkiye’den Petrol Misillemesi
Kömürde Büyük Vurgun

RADİKAL
Tuncel Konuşmadan Düğüm Çözülmeyecek
Bush Yalancı Çoban!

VATAN
Polis Azmattirdi İddiası savcıda
İğrenç Anlaşma

YENİŞAFAK
Türkiye’de Risk Yok Kazanç var
Rahmi Koç: AK Parti Kimi İsterse Köşke O Çıkar
Fransa Cumhurbaşkanı Chirac: Bush’u Irak’a Girme Diye 36 Kez Uyardım

AKŞAM
Bu Polis Şefi Dokunulmaz mı
% 65 İhtimalle Tek Başına AK Parti

BUGÜN
Sarıgül Korkusu
Kapıkule’de 29 Tabut Eroin Ele Geçirildi

STAR
Gümrük Yalanları
Irak’ta Her Gün 11 Eylül

POSTA
Kanlı Başlangıç
Kayak Pistinde Facia

VAKİT
Düşündürücü İki Karar
Erdoğan: Birliğimizi Bozamazlar

Festivalin „Sinema Dünyaları“ bölümünde 32 film gösteriliyor

Türkiye sinemasının büyük ustası Atıf Yılmaz’ın anısına özel bölüm

„Türkiye / Almanya Film Festivali“, çoğu Nürnberg prömiyerini kutlayacak olan toplam 32 uzun metraj, belgesel ve kısa filmi „Sinema Dünyaları“ bölümünde seyirciyle buluşturuyor. İki ülke sinema sanatından güncel yapımların yer aldığı yarışma dışı “Sinema Dünyaları” bölümünün yanısıra, geleneksel “Sınırlar Ötesi” bölümünde ise, Yunanistan, Hollanda ve İran’dan toplam dört film programda yer alıyor. Festival programının bir diğer ağırlık noktasını ise, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Türkiye sinemasının büyük ustası Atıf Yılmaz anısına düzenlenen özel bölüm oluşturuyor.

“Türkiye / Almanya Film Festivali”, son basın duyurusunda bildirdiğimiz yarışma filmlerinin dışında, “Sinema Dünyaları” bölümünde toplam 13 uzun metrajlı filmi programına aldı. Sözkonusu filmler arasında Uğur Yücel’in “Hayatımın Kadınısın” ve Murat Şeker’in “İki Süper Film Birden” adlı filmleri festival kapsamında Almanya prömiyerlerini yapacaklar. İlk kez Nürnbergli sinemaseverlerle buluşacak diğer filmler arasında Erlangenli yönetmen Baran bo Odar’ın „Unter der Sonne – Güneşin Altında“ (D 2006), Erden Kıral’ın „Yolda “ (TR 2005), Kerstin Ahlrichs’in „Sieh zu, dass du Land gewinnst – Ayaklarının Üzerinde Durmasını Öğren“ (D 2006), Toke Constantin Hebbeln’in „Nimmermeer – Artık Hiç Deniz Yok“ (D 2006) ve Reha Erdem’in „A Ay“ (TR 1988) adlı filmleri de yer alıyor. “Sinema Dünyaları” bölümünde ayrıca sekiz belgesel ve 11 kısa film de programa alındı.

Festivalin geleneksel „Sınırlar Ötesi“ özel bölümünde ise Nikos Perakis’in „Loufa Kai Parallaghi, Sirines Sito Aegeo – Ege’nin Sirenleri” (2005) ve Panteris Voulgaris’in „Nyfes – Gelinler“ (2004) adlı Türk-Yunan hikayeleri anlatan iki Yunan yapımı film ile İranlı yönetmen Jafar Panahi’nin “Offside – Ofsayt” (2006) ve Hollandalı yönetmen Martin Koolhoven’in „Schnitzelparadies – Şinitzel Cenneti” (2005) adlı filmleri de gösteriliyor.

Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Türkiye sinemasının büyük ustası Atıf Yılmaz anısına ise özel bir bölüm düzenleniyor. Atıf Yılmaz’ın 60 yıllık kariyeri boyunca çektiği 120’nin üzerindeki filmden sekizi festival kapsamında gösterilecek. Aralarında Yılmaz Güney’in ilk başrolünü oynadığı “Alageyik” (1959) gibi Türkiye sinemasının klasikleri arasında yer alan ve büyük bir tarihsel değere de sahip olan filmler, festival seyircisiyle buluşuyor.

Festivalin diğer bölümleri ve özel etkinlikleri üzerine sizleri önümüzdeki günlerde bilgilendirmeye devam edeceğiz.

Çalışmalarınızda başarılar dileğiyle.

Not. Festivalle ilgili basın bildirilerini almak istemiyorsanız festival ofisine kısa bir not geçebilirsiniz.

Basın Duyurusu No. 4: 12.2.2007

Basın ve görsel medya koordinatörü
Almanca: Bayan Katrin Rist
Türkçe: Bayan Gülbin İrice
Telefon: +49.911.9296560

Emeği geçen herkesi kutluyorum. Çok güzel bir gazete olmuş... Her fırsatta okuyacağım...

Ankara'dan sevgiler, selamlar...

Sema Coşaroğlu
TÜRK'ÜN, TÜRKÇE KONUŞMASI YASAK

Almanya'da eyaletler Türklerle ilgili birer birer yeni kararlar alıyor. Bunlar arasında okullarda Türkçe dersi geliyor. Bazı yerlerde Türkçe'nin ek ders olarak alınması, hatta okulda Türkçe konuşulması bile yasaklandı. Velilere, "mesai saatleri dışında sınıfı kiralayın, öğretmeni bulun öyle ders alın" deniliyor. Ayrıca, Din bilgisinin de Türk öğrencilere sadece Almanca olarak verilmesi öngörüldü.

MÜNİH- Dil bilmeyen, yol bilmeyen Anadolu insanının yabancı bir ülkedeki öyküsü Münih garında başlar. Türkiye'den Almanya'ya işçi gönderildiğinde davul-zurnayla burada karşılandılar. O gidiş, o karşılanış görüntüleri hep burada siyah-beyaz fotoğraflara yansıdı.

Münih, Almanya'nın Bavyera eyaletine bağlı 1 milyon 200 bin nüfusuyla en büyük kentlerinden birisi. Burada, 280 bin civarında Türk yaşıyor. Türklerin ilk geldiği Münih, yabancı düşmanlığının arttığı bir dönemde Türk-Alman Dostluk Federasyonu'nu tarafından düzenlenen "Dostluk Haftası" etkinliğine sahne oluyor. Türk düşmanlığının giderek arttığı, Türkçe'nin bile okullarda yasaklanmaya çalışıldığı bir dönemde böyle bir etkinliğin düzenlenmesi kuşkusuz son derece anlamlı. İşte, Genel Başkan Ali Kılıç ve arkadaşlarının çabasıyla bu etkinliklerin bu yıl 7'ncisi gerçekleştiriliyor.

Federasyonunun hem Türk hem de Alman üyeleri var. Onların amacı, artık Almanya'da kalıcı olan Türklerle, Almanların dostluğunu artırmak. Ancak, Almanya'da öyle bir ırkçılık, öyle bir İslam fobisi gelişiyor ki bu da onlara düşen görevi kat kat artırıyor.

"ANA DİLDE EĞİTİM" DİYEN ALMANYA'NIN BASKISI

Bavyera Parlamentosu'nun salonu bu anlamda önemli bir toplantıya sahne oldu. Türk-Alman Dostluk Federasyonu'nun kültür haftasının açılışı parlamento çatısı altında gerçekleştirildi. Mevleviliğe gönül vermiş Almanlar o salonda sema gösterisi yaptı. O salonda Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş-ı Veli, insan sevgisi dile getirildi.

Konya'da ders almış, Mevleviliği Almanya'yla taşımış Almanlar, yalnız Münih'te değil, diğer kentlerde de Mevlana'nın "sevgi ve hoşgörüsü"nü tennureleriyle dalga dalga yaymanın çabası içinde.

Federasyon Genel Başkanı Ali Kılıç o salonda, "Biz, barış, dostluk, sevgi adına buradayız. 45 yıl önce geldiğimiz Almanya'da tam 45 yıl sonra parlamentodayız. Bizimle ilgili kararların alındığı bu salondan artık çıkmayacağız. Artık parlamentodan gitmeyeceğiz" diyordu.

CHP Genel Sekreter Yardımcısı Bihlun Tamaylıgil, dini kullanıp insanlarımızı dolandıran ve kamuoyunda "yeşil sermaye" olarak bilinen soygunu TBMM'de sıkça dile getiren ve bunun peşqini bırakmayan bir milletvekili. O, dini kullanıp insanların nasıl soyulduğunun göz yaşına defalarca tanık oldu. Tamaylıgil de, toplantıda Almanların gözünün içine baka baka, "İslamiyetin en özgür, en akılcı yaşandığı yer Türkiye'dir. Avrupa'da din-mezhep kavgaları yaşanırken, Anadolu'da sevgi ve barış anlayışı yeşermişti" diyor.

Tamaylıgil, 45 yıl önce insanımızı "dost ülke" diye gönderdiğimizi anımsatıyor, Avrupa Birliği'nin, Türkiye dışındaki hiçbir aday ülkeye uygulamadığı dayatmalara tepkisini ortaya koyuyordu. Eyalet parlamentosu binasında, Tamaylıgil, Almanya'nın tutumunu eleştiriyordu...

Türkiye'nin Münih Başkonsolosu Abdurrahman Bilgiç, konuşmasını hem Türkçe hem de Almanca yaparak önemli bir mesaj veriyor, iki dilli konuşmanın günümüzün gerçeklerine uygun olduğunu belirtirken, yaşanan bir sorun için de diplomatik bir dille mesaj veriyordu. Bilgiç, farklı kültürlerden gelen insanların birbirini tanımaları ve önyargılardan arındırılmalarına bu toplantıların zemin hazırlandığını da ekliyordu.

Diplomatımızın hem Türkçe, hem Almanca konuşması önemli bir mesaj. Çünkü, bazı eyaletlerde okullarda Türkçe dersinin okutulması yasaklanıyor. Bırakın yasaklanmasını okulun bahçesinde bile konuşulması istenmiyor.

Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye'ye "azınlıklara kendi dillerinde eğitim"i raporlarında koşul olarak ortaya atarken, kendi ülkelerinde bulunan Türklerin Türkçe konuşmalarını bile yasakladıklarını ise görmezden geliyor. Bir çok konuda görüş ayrılığı olan Türklerin oluşturduğu kuruluşlar, bu konuda ortak hareket ediyor, tepkilerini her fırsatta güçlü bir biçimde ortaya koyuyor.

ALMAN OKULLARINDA TÜRKÇE DERSİNE SON

Değişik eyaletlerde, Türkçe ve Din Kültürü dersiyle ilgili kararlar alınıyor. Bunlar tüm okullarda tam olarak uygulanmasa da şimdiden önemli bir tedirginlik konusu. Münih Okul Aile Birliği Başkanı Hüseyin Delemen, "Alman okullarında Çin ve Japonların ana dillerinde öğrenimlerine izin verilmesine rağmen, okullarda haftada bir saat olan Türkçe tamamlama dersinin okutulmasına son verilmesi için kararlar alındı" diyor.

Okula yeni kayıt yapılırken, kayıt yenilerken veli bir form dolduracak. Öğrenci, ana diliyle tamamlama dersi almak isterse, velilere ders saati dışında sınıf kiraya verilecek, belli bir kirayı yatıran velilerin çocuklarına okulda, tamamlama dersi paralı olarak verilecek. Yani, sınıf kiraya verilecek, öğretmenine karışılmayacak. Ancak, bu geçici bir oyalama taktiği.

Türk öğrencilerin, Almanya'daki okulların bahçesinde bile Türkçe konuşmalarını yasaklayan uygulamalar oluyor. Bavyera Eyaletinde Rasttat kentinde başlayan bu uygulama da şimdi genişliyor...

DİN BİLGİSİ, ALMANCA OLURSA "TAMAM"

Türkçe dersi küçük yerleşim yerlerinden başlayarak kademe kademe yaygınlaştırılıyor. Yalnız Türkçe değil, Din Bilgisi ile ilgili de kararlar alınıyor. Türkiye'den Din Bilgisi öğretmeni gönderilmesi, bu dersin Türkçe olarak verilmesi istenmiyor. Bu ders verilecekse, bunu dersin Almanca verilmesi öngörülüyor.

Yani Almanya'da öğrencilerimiz böyle bir baskı ve çıkmazla karşı karşıya bırakılmış durumda. Önümüzdeki dönemde bu sıkıntılar giderek artacak.

Devlet politikası olarak benimsenen bu baskılar, Türklerin Almanlarla uyumunu zorlaştırıyor "entegrasyon" değil "asimilasyon" politikası uygulanıyor. İşte, bu durum farklı görüşleri temsil eden dernekleri bir araya getiriyor ve ortak hareket etmelerinin yolunu açıyor.

Almanya'da, Türk öğrencilerin yüzde 50'si üniversiteye gidemiyor. Konuyu yakından bilen bir kamu görevlisi, "okulunu bitirip üst öğrenime gidemeyenlerin oranı da hayli yüksek. Bunlar da okulunu bitirip diploma alamadığı için kalifiye eleman da olamıyor. Yani gelecekte Almanya'da işsiz-güçsüz vatandaşlarımızın sayısı giderek artacak" diyor. Yetkili, o yüzden eğitim konularıyla Devletin çok yakından ilgilenmesi gerektiğini kaydediyor. Yine de, tüm olumsuzluklara rağmen, Alman üniversitelerinde 40 bin Türk öğrenci bulunuyor.

Irkçılık, İslam fobisi, Türk-Alman ilişkileri, Almanya'da Neo-Nazi korkusu, rakamlarla yabancı düşmanlığıyla ilgili Ali Kılıç'tan, burada tanıştığımız vatandaşlarımızdan dinlediğimiz ilginç bilgileri var. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da "güvenlik toplantısı" için Münih'e geliyor. Sahi siz Münih'te havalar nasıldır diye merak da etmişsinizdir. Burada da hava soğuk, ama kar yok.

Saygı ÖZTÜRK
Hürriyet

haberin tamamı için tiklayin http://www.hurriyet.com.tr/gundem/5929080.asp?m=1&gid=112&srid=3429&oid=7



Cogumuz hergün kafamizin icerisinden bircok düsünceler, yorumlar, kizginliklar, sevincler, mutluluklar geciririz.

Bazilarimiz bunlari yaziya döker,bazilarimizda sadece kafamizin icindeki kösesinde sakli tutar.Ben bunlari zaman zaman yaziya döken amatör bir köse yazariyim.
Ama bu "yazane" olusumu basladigindan buyana tanidigim,tanimadigim insanlardan aldigim yorumlar gercekten beni farkli güzel duygu yogunluguna tasidi.Icimde daha cok yazma,daha iyi yazma arzusu varoldu.

Bu ara degerli bir okur arkadasim Ayca Anlar 12.02 tarihli yazimi cok begendigini yazmis ve kendi yazdigi bir yaziyi yollamis.Bende bu güzel yaziyi sizlere aktarmak istiyorum.

“Hayat gerçekten de tayini mümkünsüz bir zamanlama..Bir gün bu şehirdeyken ertesi gün bambaşka şehrin sokaklarında olmak gibi..Bir gün birini severken başka bir zamanda ondan nefret etmek gibi..Ya da tam tersi, hoşlanmadıklarımızı delice sevebilmek gibi…

Hayaller ise hayatımızın içindeki tek gökkuşağı belki de..Bazen Kuzey Yıldızı kadar uzak olup bazen de uyandığımızda başucumuzda bulup içtiğimiz bir yudum su gibi; hayat veren, içimizi canlandıran…

Aslında birbiri içine geçmiş MATRUŞKA BEBEKLER gibi hayat ve hayaller de..Hayatımızı açıyoruz hayallerimizle karşılaşıyoruz, hayallerimize dalıyoruz bambaşka hayatlar buluyoruz…

Çoğu zaman da gururludur hayallerimiz. Başı hep dimdik..Sevileceğini, özleneceğini ve aranacağını bilir de ondan !! Hatta bazen “Bensiz bir hayat olmaz” diyerek doruklara kadar çıkar. Ama hep bizimledir..

Hayat gerçekten de tayini mümkün olmayan bir zamanlama…

Bu kadar kısacık an’lar içinde hayallerimizin ve bedenlerimizin karşılaştığı diğer hayaller ve bedenlerin birbirleriyle olan kavgalarını ise anlamak zor?

Kapılarını ardına kadar açmış hayallerimiz içinde yaşadığımız mutlulukların eşi var mıdır ki? Aslolan o AN değil midir? Var olduğumuzu, içimizin alev topu gibi olduğunu hissettiğimiz o dakikaları hayatımızın içinden hiç çıkaramayacağımızı bilirken gerek var mıdır ki zamanla zıt düşmeye? Siz hiç Matruşkaları bir köşeye ayrı ayrı atabildiniz mi?

Nedir ki hayallerimizi hayatımız içinde değerli kılan? Zıtlıklar değil midir? Güzel olan yerde çirkinin var olması, yaşamı bu kadar sevmemizin nedeni ölüme karşı duyulan korku olması, nefret olması..Ayrılıklar olmasaydı kavuşmaların tılsımını nasıl hissedebilirdik ki? Peki ya mutluluklar, acılar olmasaydı…

Hayat gerçekten de tayini mümkün olmayan bir zamanlama…

Matruşkalarım ise hep karşımda….”

Zeki Calisir
13.02.2007

www.yazane.com
13 Şubat Amerikan Basınından Özetler

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Amerika’ya yönelik sözlerinin yankıları sürüyor. Washington Post’a göre, Putin’in tek amacı sadece Amerika’nın Ortadoğu’da yaşadığı sıkıntıları kendi avantajına kullanmak değil. Gazetenin yorumuna göre, Putin Rusya’yı yeniden bir süper güç haline getirmeyi amaçlıyor:

“Putin’in asıl amacı, Rusya’yı yeniden Amerika’ya karşı denge oluşturacak bir süper güç haline getirmek. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını bir felaket olarak tanımlayan Putin, Soğuk Savaş dönemini özlediğini gösteren ifadeler kullanıyor. Artan petrol gelirleri, Avrupa’nın enerji konusunda Rusya’ya bağımlılığı, modern nükleer silahları, İran, Suriye ve Suudi Arabistan gibi ülkelere nükleer teknoloji ve silah temin etmesi Rusya’yı Amerika’nın kendisine danışmadan adım atmaktan korkacağı bir ülke haline getirecek. İşte, Putin’in asıl amacı bu.”


Boston Globe ise Putin’i ikiyüzlülükle suçluyor. Rus liderin Amerika’yı tek kutuplu bir dünyanın patronu olmaya çalışmakla suçladığını hatırlatıyor ancak Putin’in Çeçenistan, Gürcistan, Moldova, Ukrayna ve Belarus’ta izlediği politikaların çok farklı olmadığını vurguluyor:

“Putin, tek bir otorite, tek bir güç ve tek bir karar merkezi olmasından şikayet ediyor. Bu sözler, tam da Putin’in Rusya’da kurduğu sisteme uygun düşen ifadeler. Putin’in yakın çevresi ve KGB dönemindeki dostları Rusya’daki enerji ve bankacılık şirketlerini, büyük medyayı, bölge valiliklerini ve Rus Parlamentosunu ellerinde tutuyorlar. Eğer modern dünyada tek kutuplu bir iktidarın ne demek olduğunu bilen birisi varsa, o da Putin’in kendisidir.”


Los Angeles Times gazetesi Putin’in Amerika’ya yönelik sert eleştirilerini NATO’nun Rusya sınırına kadar genişlemesiyle ilişkilendiriyor. Gazete, Gürcistan ve Ukrayna’nın da NATO’ya katılması olasılığının Kremlin’de büyük tepki yarattığına dikkat çekiyor:

“NATO’nun genişlemesi on yıl önce Amerika’da o kadar da fazla önemsenen bir konu değildi. Ama Amerikalılar, artık bu tarihi hatanın Rusya tarafından nasıl yorumlandığını anlamalıdır. Bu, bütün anti demokratik politikalarına rağmen Putin gibi bir milliyetçinin Rusya’da niçin hala popüler olduğunu anlamamıza da katkıda bulunur. Putin’in sert açıklamalarıyla ilgili şaşırtıcı tek nokta, bu kızgınlığın bu kadar geç ifade edilmiş olmasıdır.”


New York Times Bush yönetiminin İran’a karşı izlediği politikayı eleştiriyor. İsminin açıklanmasını istemeyen bazı Amerikalı yetkililerin, İran’ı Irak’taki Şii milislere silah sağlamakla suçladığını kaydeden gazete, bu iddiaların İran yönetimini suçlamaya yeterli olmadığı görüşünde:

“Eğer Bush, İran’ın Irak’ta daha da kanlı bir iç savaşı kışkırtmasından endişe duyuyorsa, ki duymalıdır, İran’da rejim değişikliği fantezisinden vazgeçmeli ve İranlı yetkilileri Irak’taki kargaşanın sona ermesine yardımcı olmaları için ikna etmenin bir yolunu bulmalıdır. Eğer Bush, Amerika’ya yönelik tehditler hakkındaki açıklamalarının Amerikalılar tarafından inandırıcı bulunmamasından kaygı duyuyorsa, ki duymalıdır, Irak felaketinin asıl sorumlusunun kim olduğunu anladığını göstermelidir. Ve Amerikan askerlerini daha da büyük bir savaşa sokmadan nasıl geri çekmeyi planladığını da açıklamalıdır. Amerikan halkı asıl bu konuda aydınlanmak istiyor ve bu işi de en yetkili Amerikalının yani Başkanın yapmasını istiyor."
Almanya'da sahte 20 Eurolar'a dikkat

Almanya'da polis piyasada dolaşan 20 Euro'luk sahte banknotlara dikkat edilmesini söyledi. Almanya'nın Paderborn Emniyet Müdürlüğü sahte 20 Euro'luk banknot uyarısı yaptı. Paderborn ve çevresinde geçtiğimiz yıl kasım ayından beri sahte 20 Euro’luk banknotların piyasaya sürüldüğüne dikkat çekilerek, bugüne kadar 20’den fazla sahte banknotun ele geçirildiği bildirildi.Sahte paraların tanınmasının kolay olmasına rağmen sahte 20’lik banknotların çok el değiştirdiğini belirten başkomiser Detlef Schmigelski şu bilgileri verdi:
"Kalpazanlar titiz çalışmamışlar. Sahtesiyle gerçeğini ayıt etmek oldukça kolay. Gerçek banknotta parlak sağ çizgi, gri olarak görülüyor. Hologram ışığında bakıldığında paranın sahte olup olmadığı Euro işaretinden de belli oluyor. Ayrıca ışığa karşı tutulduğunda su işareti görülmediği gibi, güvenlik çizgisi de basit basıldığı için görülemiyor. Sahte paralarda kabartmalar da eksik basılmış."
Başkomiser Schmigelski, elinde sahte banknot olanın parayı polise veya bankaya teslim etmesi gerektiğine işaret ederek, "Parayı nereden veya kimden aldığınızı da polise bildirerek, bu kalpazanların yakalanmasına yardımcı olunuz" dedi.